ENFLA(MA)SYON!

“Tarihin Babası” Herodot (İÖ 5. yüzyıl), bugün kalkıp bir turist kafilesiyle Doğu Akdeniz’e gelseydi şaşkınlığa kapılırdı.
Bunu biz demiyoruz, Fransız tarihçi Fernand Braudel yazıyor (1).
İnsanın, yaşadığı bölgede doğanın kendisine sunduklarıyla yetinmeyip gezegenin dört bucağından bulduğu meyve – sebze türlerini kendi topraklarında yetiştirmesini kastediyor, Braudel.
İran’da doğup Latin Amerika’ya göç eden domates Peru’dan, Çin Seddi’ni aşıp komşuya düşen şeftali İran’dan; biber Guyana’dan; mısır Meksika’dan; patlıcan Hindistan’dan; aslında Uzak Doğu kökenli portakal, limon, mandalina ve pirinç Araplardan…
[Araplar, Batılıların ‘turuncu renk’ ve ‘portakal’ anlamlarında kullandıkları “oranj” sözcüğünün Arapça kökenli olduğunu öne sürüyorlar. İspanyolcada da ‘turuncu renk’ demek olan “naranja”nın, Endülüs Emevileri aracılığıyla bu dile aktarıldığı sanılıyor. Aslında sözcük, Farsça “nareng, narenc” kökenli. Biz de aynı yolu izleyerek bu meyve ailesine “turunçgiller” ve de Osmanlıcada sıklıkla yaptığımız gibi Farsça “narenc”e, Arapça “-iyye” ekleyerek “narenciye” demişiz!]

GÜCÜMÜZÜ KULLANALIM

Sözü nereye getireceğimizi tahmin etmişsinizdir.
Çok uzak değil, doksanlı yıllara değin dünyada kendi kendini doyurabilen yedi ülkeden biriyken şimdi yukarıda saydığımız / saymadığımız birçok gıda maddesinin yeterince üretimini yapamadığımız için dışalımcısıyız.
Türkiye’nin güçlü bir ülke olduğuna hiçbirimizin kuşkusu yok.
Ama, geçen cuma gecesi 31 ilimizde iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edilince insanlarımızın, dehşet verici koronavirüs salgınına karşı aralarında güvenli mesafe bırakmayı da unutarak ürkü hâlinde, gıda ağırlıklı alışverişe yönelmeleri çok düşündürücüydü.
Şimdi iktidarıyla, muhalefetiyle, üniversiteleriyle, medyasıyla şapkamızı önümüze koyup özeleştiri yapma, umar arama zamanıdır.
Fısıltı gazetesi aracılığıyla şu kaygının ülkemiz ölçeğinde yayılmasına fırsat vermeden:
Acaba bu korona günleri, öngörülerin çok ötesinde uzar da ciddi boyutta bir gıda sıkıntısıyla karşılaşır mıyız?

MEDYAMIZIN GÜNAHI

1990’lı yıllarda çalıştığımız medya grubunun yüksek satışlı gazetesinde manşetten yayımlanan bir yorum / haberi unutamıyoruz. Grup’un ‘akıl hocası’ diyebileceğimiz iktisat profesörünün başının altından çıktığı belli yorum / haberin özü şuydu:
“Çiftçilere devletçe verilen tarım desteği azaltılsın.”
İlginçtir; aynı günlerde AB ve ABD de bize aynı konuda baskı yapıyorlardı:
“Çiftçiye verdiğiniz desteği azaltın.”
Oysa hem AB’nin hem de ABD’nin kendi tarım üreticilerini, yüksek ödeneklerle sübvansiyone ettikleri biliniyor.
Türkiye’ye yapılan söz konusu dayatmanın arkasında neyin yattığını, on yaşındaki çocuk bile anlar; gıda maddesi -ve öteki temel tüketim mallarını- kendiniz üretmeyin, bizden satın alın!..
Ve şu basit gerçeği, büyük gazetedeki aklıevvel profesörün bilmemesine olanak var mı! Olsa olsa bilmezden geliyordur:
Bir ülke halkının sağlığı, tarımsal üretim – tüketim zincirinin devlet güvencesinde olmasına bağlıdır. Halkın sofrasına koyacağı gıda maddesinin bol, ucuz ve nitelikli olması için ilk koşul, zincirin ilk halkası olan çiftçinin devletçe ciddi anlamda desteklenmesidir.
Elbette buna, tarım yapılan toprağın ve ekili ürünlere can veren su kaynaklarının temiz tutulmasını, üretim / tüketim kooperatifçiliğinin yine devletçe özendirilmesini de katmalıyız.

TAHIL – BEYİN İLİŞKİSİ

Gıda maddelerinden söz etmişken…
Çağcıl bilim insanları, toplumların beslenme alışkanlıklarıyla beyinsel faaliyetleri arasında sıkı ilişki olduğunu söylüyorlar.
Prof. Dr. Canan Karatay’ın “Ekmek yemeyin!” uyarısında bulunmaktan dilinde tüy, bilgisayarında ot bitti!
Ama,Trakyalı olduğumuz için kendi yöremizin insanlarından biliyoruz; bizim dilimizde “yemek yemek” eylemi yoktur (!), biz günde üç öğün “ekmek yeriz”!..
Çok ekmek yiyenin aptal olduğu tezini boşa çıkarmak ister gibi…
Hele, kepekle tohumun birbirinden ayrıldığı ‘işlenmiş tahıl ürünleri’ (beyaz un, beyaz ekmek, pirinç…) tüketenlerimiz daha da büyük tehdit altında. Çünkü, gıdaların görünüşünü güzelleştiren ve raf ömrünü uzatan bu işlemler; tahılın içerdiği lif, demir ve B vitaminini yok ediyor. B vitamininin ise yaşadığımız koronavirüs salgınına karşı A, C ve E vitaminleriyle birlikte bağışıklık sistemimizi güçlendirmekte önemli rolü var.
Tahılın, yine işlenirken yok edilen lif’i de yaşamsal değerde. Daha doğrusu, “ikinci beynimiz” olan bağırsaklarımız için lif, olmazsa olmaz besin.
Şöyle:
Kimi bilim insanlarına göre, bedensel hâttâ ussal / tinsel pek çok rahatsızlık, “enflamasyon”dan kaynaklanıyor.
Beynimiz, vücudumuzun her yerindeki acıyı algılayabilse de kendisinin acı almaçları (Fr. recepteur) yok ve bu yüzden de ‘alevler içinde kaldığını’ anlayamıyor (2).
Buradaki ‘alevler içinde kalma’ durumu, tıbbî olarak “enflamasyon” sözcüğüyle anlatılıyor ki o da “tutuşturmak, ateşe vermek” demek olan Latince “inflammare” eyleminden geliyormuş.
İşte, demans, alzeimer, depresyon… gibi durumlarda beynimize, cayır cayır yandığını, lif de içeren sağlıklı gıdalarla beslenen kişinin bağırsakları anımsatıyor ve yangıya yol açan hastalığın sağaltımında rol oynuyormuş.
Doğal olarak bu bilimsel gerçeği daha iyi anlayabilmek için de “ekmek tüketme enflasyonu”nu yenip “yemek yememiz” gerekiyor.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün, Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordumuzun gereksinimlerini karşılamak üzere kendisine verilen yasama yetkisini kullanarak 7 Ağustos 1921’de yayımladığı Tekâlif-i Millîye (ulusal yükümlülükler), geçen hafta ülkemizin gündemindeydi.
Bir belediye başkanımız, pek çok tarihçi tarafından Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında dönüm noktalarından biri kabul edilen söz konusu emirle ilgili tartışmalara değinirken şöyle dedi:
— Tekâlif-i Millîye’nin vergi olduğu ve ‘geri iade edilemeyeceği’ sanılıyor.
Arapça “iade” adı ve Türkçe “etmek” yardımcı eylemiyle birlikte yapılan bileşik eylem:
“İade etmek”
Türkçesi:
“Geri vermek”
Sayın başkanın kullandığı “geri iade etmek” diye bir eylem ise dilimizde yok.

TOPLU TAŞIM /TAŞIMA

Bir profesör, 24 Mart 2020 gecesi konuk edildiği tv kanalında, yurttaşlara almaları gereken koronavirüs önlemlerini anlatırken birkaç kez şöyle dedi:
— ‘Toplu taşım’ araçları kullanıyorsanız…
Bir şeyi, bir yerden alıp başka yere götürme, anlamındaki sözcük, bilindiği gibi bir ‘a’ harfi fazlasıyla “taşıma”dır.
Türkçe “taşım” adı ise daha çok aşçılıkta kullanılır; ‘kaynama sırasında taşma’ anlamında. Doğru örnek; falanca yemeği yaparken suyu bir taşım kaynatın.
Bu durumda “toplu taşım” da ancak aşçılar şenliği gibi bir etkinlikte söz konusu olabilir!

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Önlemini al, yenilme salgına
Göster ey halkım, örnek bir yurttaşlık
Toplum dokunu sıkı tut, kazanır
Seksen üç milyon sağlam duygudaşlık.

1) Fernand Braudel; “Akdeniz”, Metis Yayın, sayfa 10 – 11
2) Dr. David Permutter ve Kristin Loberg; “Beyin ve Bağırsak”, Pegasus Yayınları, sayfa 57