KORONAVİRÜS GÜNLERİNDE AŞK

Yüzyılımızın en baba toplumbilimci / düşünürlerinden Polonyalı Zygmunt Bauman (1925 – 2017) , “Mutluluğun anahtarı ve mutsuzluğun ilacı, mutlu olma umudunu canlı tutmaktır.” diyor (bkz. “Yaşam Sanatı”, Versus Kitap, sayfa 28).
Antartika dışındaki hemen tüm anakaralarda etkili olup dünyada -şimdilik- on dört bin dolayında ölüme yol açan koronavirüs salgını yüzünden, yaşımız gereği bir tür zorunlu ev hapsine alınınca yaygın deyişle ‘durumu fırsata çevirmeye’ çalıştık.
Koronavirüs günlerinde ‘mutlu olma umudumuzu -dolayısıyla vücudumuzun bağışıklık dizgesini- canlı tutmak için’ sığındığımız limanlardan biri, sinema oldu. Sinema salonları da kapatıldığından, tv kanallarında karşımıza çıkan ve internette bulabildiğimiz filmler elbette…
Kimi zaman acılardan zevk mi alıyoruz nedir; İçişleri Bakanlığının 65 yaş üstündekilere sokağa çıkma yasağı koyduğunu öğrenince usumuza ilk gelen, ünlü Japon filmi “Narayama Türküsü” oldu. Sinema severler anımsayacaktır; bu filmde, kıtlık yaşanan bir dağ köyünün yaşı yetmişi aşmış sakinleri, yabanıl yaşamın acımasızca hüküm sürdüğü karakış koşullarında yakınları tarafından Narayama Dağı’na götürülerek ölüme terk edilirler.
“Narayama Türküsü”, bir Japon söylencesi üzerine kurulu. Gelgelelim, 2020 dünyasında böylesine inanılması güç senaryolar bile gerçek olabiliyor. Avrupa’nın göbeği İtalya’da seksen yaşın üstündeki koronavirüslü hastaların geçen haftadan itibaren yoğun bakıma alınmayıp ölüme terk edilmeleri gibi… Üstelik, söylencede Japon yaşlılar gönüllü olarak ölüme gidiyorlardı; onların İtalyan yaşıtları ise bir tür idamla karşı karşıyalar.
[Şiçiro Fukazava’nın, insanı darmadağın eden romanından iki kez beyazperdeye uyarlanan filmin ilk çevriminde (1958) yönetmen bir kadındı; Keysuke Kinoşita. Kadın duyarlılığıyla çok örtüşen filmin aynı adla ikinci çevrimini (1983) yapan erkek yönetmen Şoyei İmamura -sinema eleştirmeni Rekin Teksoy’a göre Kinoşita kadar başarılı olamamasına karşın- Altın Palmiye Ödülü kazandı.]

ŞİDDETİN GÜLDÜRÜSÜ

Elbette, yaşamakta olduğumuz koronavirüs karabasanının üstüne, bir de Japon ağıdı dinlemeyi / izlemeyi çekemezdik.
O yüzden, Katarlıların belki de ‘korona jesti’ yaparak şifresini kaldırdıkları tv’deki sinema kanallarına yöneldik. Ve bir yönetmen keşfettik; Hadi Hajaig. Ekranda karşımıza çıkan, ilk anda sulu zırtlak bir film sandığımız 2018 yapımı “Mavi İguana” ile ‘şiddetin güldürüsünü’ yapıyordu, Hajaig.
Her alanda olduğu gibi, sinemada da ‘şiddetin kutsanmaması’ gerektiğine inananlardanız. O nedenle 1970’lerin kanlı sığır çobanı (kovboy) filmcisi Sam Peckinpah ve 1990 – 2000’lerin hemoglobin sevdalısı yönetmen Quentin Tarantino’yu bir türlü sevemedik.
Hadi Hajaig ise bir soygun komedisi olan “Mavi İguana”da örneğin, soyguncuların bir patlama sonucu kan revan içinde kalan yüzlerini izlerken sanırız özellikle ‘bu kan değil boya’ izlenimi vererek sizi gülümsetiyor. İngiliz uyruklu olduğunu öğrendiğimiz yönetmenin asıl kökeni hakkında bilgi edinemedik. Ama, adı Hadi olduğuna göre bir olasılık Orta Doğulu. Müslümanlıkta Tanrı’nın adlarından (esmaülhüsna) biri olan “Hadi”nin ‘yolunu şaşırmışlara önderlik eden’ anlamına geldiğine bakılırsa da beyazperdeyi kana bulayanları, argo deyişle en azından ‘ti’ye alıyor gibi.
Güzel İngiliz oyuncu Phoebe Fox’un gizemli zarafetiyle filme ayrı bir hava kattığını da ekleyelim.

BİLİM TÜNELİNDE IŞIK

1960 – 1970’li yılların İstanbul’unda sinemalar, halk günleri yaparlardı. Öğrenci harçlığımıza en uygun eğlence, o günlerde sinemaya gitmekti. Gösterimdeki film, neredeyse aralıksız oynatılırdı. Salona girdiğimizde filmin önce sonunu gördüğümüz olurdu. Ama, olası sürprizin bozulmasına karşın filmi izlemeyi sürdürürdük.
Şimdi, korona günlerinde zaman zaman bu duyguya kapılıyoruz.
Yeni kuşakların görmekte olduğu, filmin sonu mu?
Öyle olsa bile gençlerimizin de ‘mutlu olma umudunu canlı tutmaları’ gerekiyor.
İşte, Twitter’daki bir paylaşım bizde, tünelin ucundaki ışık etkisi yaptı.
Ülkemizde, koronavirüs konusunda ABD ve Hollanda’da toplam yedi yıl boyunca doktora çalışması yapmış bir bilim insanımız var; Doç. Dr. Mustafa Ulaşlı. FETÖ’cü olduğu savıyla Gaziantep Üniversitesinden ihraç edilmiş ancak mahkemede aklanmış. Buna karşın 3,5 yıldır göreve iade edilmemiş. Eğer kendisine görev verilirse oluşturacağı ekiple birlikte belki de bu yüzyılın hastalığının aşı üretimini sağlayacak. Böylece yalnız ülkesine değil, bütün insanlığa tarihsel bir katkı sunacak.
Biz bu satırları yazdığımız günlerde, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, Doç. Dr. Ulaşlı’ya buluşma sözü verdiği söyleniyordu. Umarız, Ulaşlı hakkında sevindirici haberler alırız.
Aslında, adı geçen bilim insanımız varlığını yetkililerimize anımsatmak zorunda kalmamalıydı.
Devlet onu bulmalıydı.
Ama, zararın neresinden dönülse kârdır.

M. ELOĞLU’NUN ÇAĞRISI

Filmli “koronavirüs” günlerimize, vazgeçilmez aşkımız şiir ekleniyor. Doğanın nevruzla uyanışına (pencere ve balkondan da olsa) bireysel katılımımız için Metin Eloğlu’nun (1927 – 1985) “Uyan” şiirindeki “Bu türküyü dinlemeyecek misin” çağrısı yeterli:
“Hadi uyan / Gün ışığı çilemeye başladı başucunda / Denizler bir mavilik edindi günden / Seher yeline uyup kuşlar tüneğine uçtu / Bu türküyü dinlemeyecek misin…”
Şiirin devamında ise “mutluluğa daha da itici bir güç” var.
Gel de karşı koy:
“… Hadi uyan / Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın / İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine / Yoksul olsan da uyan / Garip olsan da uyan / Mademki güzelsin, güzeli yaşatmak için / Mademki iyisin, iyiliği yaşatmak için / Mademki umutlusun, umudu yaşatmak için / Hadi uyan / Denizi dinle yaşamak desin / Toprağı dinle barışmak desin / Göğü dinle sevişmek desin / Bir plak konmuş gramofona / İşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücü / Uyan diyor, uyansana…”

DİL YANLIŞIMIZ

Bir tv kanalımızda, koronavirüs salgınıyla ilgili olarak ekranın altında defalarca akıtılan başlıktan (KJ):
“… sağlık sayfalarına sosyal medyadan ulaşılabilinir.”
Türk Dilbilgisi’nde, “ulaşılabilinir” diye bir eylem çekimi yok.
Ulaşılabilmek, bir “yeterlilik bileşik eylemi”.
Bu eylemde, “ulaş” ve “bil” kökleri var. Çekim yapılırken çatı eki “ulaş” köküne, kişi ve zaman eki de “bil” köküne gelir.
Örnekteki “yeterlilik eyleminin edilgen çatılı, geniş zaman üçüncü tekil kişi” çekimi şudur:
“Ulaşılabilir”
Dilbilgisi kitaplarımıza olduğu gibi…

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Ömrümün güz’ü geldi
Bak, hatrımı sorana!
Belaya şerbetlendik
Sıraya gir, korona!