Mecnun, bir köpeğe bakarken dalıp gidince yanındakiler meraklanıp sormuşlar:
– Hayrola? Köpeğin diğerlerinden farklı bir özelliği mi var?
– Hayır! Bu da ötekiler gibi bir köpek ama Leyla’nın köyünden geliyor.
Leyla’sına olan destansı aşkı; salt onunla aynı toprağa ayak bastığı, aynı havayı soluduğu, kim bilir belki de başını şefkatle okşadığı hüzünlü bir sokak köpeğine yönelen bakışlarına bile yansımış olmalı, Mecnun’un.
Aslında, bu gezegeni paylaştığımız canlı – cansız tüm varlıklar gibi, sokak köpekleri de sevgimizle birlikte saygımızı hak ediyor.
İsmet Zeki Eyuboğlu, Eski Türklerin “On İki Hayvanlı Takvim”inde “İt (köpek) Yılı” denilen bir dönem olduğunu, dolayısıyla da atalarımızın köpeği kutsal saydıklarını (*) belirtiyor.
Evcilleştirilmesinden bu yana geçen 14 bin yıldır insana çok yakın olan bir canlının adının, zaman içinde nasıl olup insan için bir aşağılama sıfatına dönüştüğünü ise anlamak güç.
Örneğin, şöyle bir atasözümüz var:
“İtin (köpeğin) duası kabul (makbul) olsa (-ydı) gökten kemik yağar (-dı).”
Aşağılık kişinin istediği olsaydı dünya, yalnız kendisinin işine yarayan, başkalarını rahatsız eden şeylerle dolardı, anlamında…
Köpeği, aşağılık insan ile özdeş sayıyoruz.
Öte yandan, “çok yaltaklanan” kişilere de “köpek gibi” diyoruz.
NEF’İ’DEN, SAPKINA…
Padişah IV. Murat döneminde, kimi kaynaklara göre vezir, kimilerine göre ise kadı olan Tahir Efendi, yazdığı bir dörtlükte şair Nef’i‘ye “kelp” (köpek) demiş.
Büyük yergi ustası, hakaretin altında kalır mı! Hemen bir yanıt döktürmüş:
“Tahir Efendi bana kelp demiş / İltifatı bu sözde zahirdir / Malikî benim mezhebim zira / İtikadımca kelp tahirdir.”
[Tahir Efendi bana ‘köpek’ demekle iltifat ediyor. Çünkü, mensubu olduğum Malikî mezhebine göre, köpek tahirdir (temiz).]
Nef’i böylece muhatabına aynı zamanda “köpek Tahir” diyerek hakareti iade etmiş!
Günümüzde de Atatürk Devrim ve ilkelerine düşman olanlar; bilindiği gibi Arapça “kalb”ten (kalp, yürek) türetilmiş “inkılap” yerine, yine Arapça “kelp” kökenli “inkilap” (köpekleşme) sözcüğünü hakaret amacıyla özellikle, üstüne basa basa kullanırlar.
Yakın geçmişte, Mevlana uzmanı olduğunu söyleyen bir sapkın, hiçbir çekince duymadan şöyle diyebilmişti:
“İnkilap mı? İnkilap ne demek biliyor musunuz? Köpekleşme demektir. Bu memlekette inkilap yani ‘köpekleştirme’ yapılmıştır.”
MELEK SAVAR(!)
Nef’i’nin yukarıdaki dizelerinden anladığımıza göre, mezhebi Malikî olanların köpek beslemesinde dinen bir sakınca yok!
Peki ya farklı mezhepten Müslümanların?
Konya Selçuk Üniversitesinden bir ilahiyat profesörü, doğruluğu tartışmalı türlü hadislere dayanarak ciddi ciddi şu açıklamayı yapmamış mıydı:
“Köpek beslenen eve melek girmez. Meleğin girmediği eve şeytanlar dolar. Şeytanların bulunduğu yerde fesat ve huzursuzluk hâkim olur.”
Sahici bilim insanları ise tam tersine, beslediğimiz evcil hayvanların bize “sevgi ve arkadaşlık” sunan gerçek birer “stres savar” olduğunu belirtiyorlar. “Örneğin, tansiyonunuzu, ilaçtan daha iyi kontrol altında tutarlar.” diyorlar.
Şeytan bunun neresinde!..
Zatımuhteremin görüşlerine (!) kaynaklık etmesi olası Suudi Arabistan’da kedi – köpekleri değil bakıp beslemek, onlarla fotoğraf çektirmek bile günah sayılıyor.
OLACAĞI BUYDU
Köpek düşmanlığı, dinsel bir kılıf da giydirilerek böylesine körüklenince geçen hafta Sakarya’nın Sapanca ilçesinde yaşanan olayı biliyorsunuz. Bir köpek yavrusu, ormanlık alanda iki bacağı ve kuyruğu kesilmiş olarak bulundu. Ameliyat edilmesine karşın yavrucak kurtarılamadı.
Uzmanlar, enikçiğin ayaklarının balta benzeri bir aletle kesilmiş olduğunu açıkladılar. Ama, olayın faili olduğu savıyla bir iş makinesi operatörü tutuklandı. Hem tutuklansa ne olacak! Türk Ceza Yasası, hayvanları “can” değil, “mal” olarak kabul ediyor. Üstelik, hayvan sahipsiz ise mal dahi sayılmıyor ve sokak hayvanlarına zarar verenler, Kabahatler Yasası kapsamında yalnızca para cezasına çarptırabiliyor.
Oysa, Berlin’de bir süre önce kedisini, çiş yaptı diye dövüp beşinci kattan atarak ölümüne neden olan Alman’a, yedi ay hapis cezası verildi. Üstelik ceza ertelenmedi. Mahkeme, karar gerekçesinde, “Hürriyeti bağlayıcı bir ceza, başka potansiyel suçluları korkutmak açısından gereklidir.” dedi.
Karardaki “potansiyel suçlular” sözü, elbette rastgele kullanılmış değil. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, şiddete eğilimli hükümlülerin yüzde 60’ı geçmişte hayvanlara şiddet uygulayan kişiler. Yani, toplumları için önemli tehdit oluşturuyorlar.
Bizde ise Hayvanları Koruma Yasası’nda suçtan caydırıcı değişiklikler yapılması yolundaki sivil toplum önerileri, en az iki yıldır TBMM’de bekliyor.
Hâlimize köpekler bile gülüyor da diyemiyoruz; çünkü ‘ağzı var dili yok’ can dostlarımız, acı çektirile çektirile her gün ölüyor, öldürülüyor.
Onların çığlıklarına sessiz, duyarsız kalan kitlelerde “maşerî (toplumsal) vicdan”ın varlığından asla söz edilemeyeceğini bilmeliyiz.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Haydi Türkiyem / Sineye çekme artık / Tek ayak üstünde / Binbir köktendinci yalanını / Hazine, doğa talanını / Ve üç öğün sunturlu hakareti / Üç günün kaldı / Üç elma düşürmeye gökten; / Hakkı, hukuku, adaleti!
(*) Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, Sosyal Yayınlar, 3. Basım, Nisan 1995