KIZ KULESİ’NE KELEPÇE

Türk Sineması’nın “Hoca” takma adlı yazar senaristi Vedat Türkali (1919 – 2016),  bir film çekimi için gittiği taşra kentinde, benzersiz bir olay yaşamıştı.  Sanatçının, güvenlik güçlerince ‘daktilosu gözaltına alınmıştı’.

Nasıl yani? dediğinizi duyar gibi oluyoruz.

Hoca’nın henüz tamamlamamasına karşın ‘sakıncalı’ bulunan senaryosuyla birlikte, ‘suç (!) aleti’ daktilosu, birkaç gün karakolda alıkonulmuştu. Düşünce ve sinema tarihimize geçmeye aday bu ‘trajikomik’ olayı, yıllar önce Akşam gazetesinde yazmıştık.

Fakat, İstanbul’daki tarihsel Kız Kulesi’ne ‘kelepçe takılmış’ olduğunu bilmiyorduk. Daha doğrusu, İstanbul’da yaşayan hemen herkes gibi kuleyi zaman zaman gördüğümüz hâlde, üzerindeki değişikliğin ayırdında değildik.

Değerli mimar Mücella Yapıcı, 15 Kasım 2020 Pazar günü, tv kanalı KRT’nin yöneticilerinden Serdar Akinan’a anlatınca öğrendik.

‘DEPREMDE İKİYE AYRILDI’

İstanbul’un en önemli simgelerinden Kız Kulesi’nin geçmişi, İÖ 24 yılına uzanıyor. Kule, 1995 yılında bir işadamına Kültür Bakanlığınca 49 yıllığına kiraya verilmişti. İşadamı, tarihsel yapıda turistik bir aşevi / kafe yapıp işletmek üzere, 1997’de yenileme çalışmalarına başladı. 2000 yılında da çalışmaları tamamlayıp kuleyi şenliklerle hizmete açtı. Açılışı dönemin kültür bakanı yaptı, çok ünlü bir işadamı ile parti genel başkan yardımcısı, Grup Leandros’un müziği eşliğinde sirtaki oynadılar.

Ama yeni açılan kule, gözümüz gibi korumamız gereken iki bin küsur yıllık tarihsel yapıdan farklıydı; önemli bir değişime uğra(tıl)mıştı. Olup biteni, mimar Mücella Yapıcı’dan dinleyelim:

“1943yılında Kız Kulesi elden geçirilmişti. Kulenin denize kayma tehlikesinin belirmesi üzerine çevresine büyük kaya parçaları yerleştirilmiş, ahşap kısımları onarılarak betonla güçlendirilmişti. 1990’larda restoran / kafe yapılmak üzere tadilat sırasında işletmeci, fazladan üç beş masa daha koyabilsin diye o güçlendirici parçaları -değerli bir meslektaşımız olan sorumlu mimarı işe karıştırmaksızın- ortadan kaldırdı. Ve ne mi oldu? Korkunç!.. 17 Ağustos 1999 depreminde Kız Kulesi, dikey olarak ortadan ikiye ayrıldı. Ayakta tutulabilmesi için kule, metal kelepçelerin içine alındı. Yeni kuşaklar bunu bilmiyorlar; Kız Kulesi’nin özgün biçiminin ‘kelepçeli’ olduğunu sanıyorlar…”

SÖYLENCELER KULESİ

Kız Kulesi, İstanbul’un gözde ilçelerinden Üsküdar’daki Bizans döneminden kalma tek tarihsel yapı. Geçmişi, söylencelere dayanıyor. Bunlardan en yaygınına göre Bizans imparatoru, bilicilerin (kâhin) yılan ısırmasından öleceğini söyledikleri kızı için bu kuleyi yaptırmış. Ne var ki kuleye gönderdiği sepet içindeki üzümlerin arasına saklanan zehirli bir yılan, genç kızı ısırarak onun ölümüne neden olmuş.

Bir başkası, Hera – Leandros söylencesi. Leandros, kulede bulunan sevgilisi Hera’ya kavuşmak üzere Boğaz’ı yüzerek aşmaya çalışırken boğularak ölmüş. (Bu söylence, yönetmen İrfan Tözüm’ün “Kız Kulesi Âşıkları” filmine konu olmuştu. 1994 yapımı filmde; Beklan Algan, Mehmet Ulusoy, Nurseli İdiz, Aytaç Yörükaslan… oynamışlardı.)

Kız Kulesi bu denli önemli tarihsel bir yapı olur da Evliya Çelebi onu görmezden gelir mi!.. Çelebi, “Seyahatname”sinde kuleyi, Battal Gazi ile ilişkilendiriyor. V. Abbasi Halifesi Harun Reşit, İstanbul’u kuşatmış ama kenti alamayınca İran topraklarına geri dönmüş. Evliya Çelebi’ye göre Harun Reşit’in komutanlarından (!) Battal Gazi ise Üsküdar’a yerleşmiş. Çünkü, Üsküdar tekfurunun kızına âşık olmuş. Bizans imparatoru, birleşmelerine izin vermeyip tekfurun kızını Battal’dan korumak için bu kuleyi yaptırmış. Neyse ki kahramanımız Şam seferi dönüşünde kuleyi basarak tekfurun kızı ile vuslata ermiş… mi gerçekten?

Hayır.

Battal GaziEmeviler döneminde yaşamış; Harun Reşit’in Abbasi halifesi olduğu 786’dan 46 yıl önce 740’ta yaşama veda etmiş.

KELEPÇEDEN MEDET

Sözü fazla uzatmadan, Kız Kulesi’nin daha önce savunma kalesi, deniz feneri, hapishane, büyük veba salgınında karantina yeri, vergi noktası… olarak kullanıldığını anımsatalım. Kule, ‘Küçük Kıyamet’ olarak anılan 1509 İstanbul Depremi’nde ağır hasar görmüş. 1721’de de fenerin kandil fitili tutuşunca kısmen yanmış. 1832-1833 yılları arasında ise Padişah II. Mahmut ‘un buyruğuyla barok biçeminde (üslup) yenilenerek daha sanatsal bir yapıya dönüştürülmüş. 

Yine Evliya Çelebi’nin anlatımıyla ‘deniz içinde, karadan bir ok atımı uzaklıkta’ bulunan Kız Kulesi’ne, günümüzde Salacak ve Ortaköy‘den sandallarla ulaşılabiliyor. Elbette kulenin yürek burkan ‘kelepçe takılmış’ son hâline…

SON SÖZ: 21. yüzyıl Türkiye’sinde gerçek ve de mecaz anlamıyla çok sık depremler yaşıyoruz. Benzetmede hata olmaz; Kız Kulesi’nde görüldüğü gibi yukarıdan aşağıya veya soldan sağa, köşeden köşeye yarılmaktan / bölünmekten korunalım.

Bunun için sahip olduğumuz somut ya da soyut her türlü değerin ayırdına varalım, üzerine titreyelim.

‘Kelepçe’den medet ummayalım.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Bir muhalefet partimizin iki yetkilisi ayrı ayrı basın toplantısı yaptılar. 21 Ekim 2020 tarihli ikincisinden başlayalım…

Sayın yetkili, TBMM’deki bütçe görüşmeleri ağırlıklı toplantısında şöyle bir söz kullandı:

“Hiç etmek”

Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeyerek kendine mal etmek, demek olan argo sözün doğrusu, bilindiği gibi ‘h’sizdir:

“İç etmek”

Diğer yetkilinin de doğal olarak iktidarı eleştirdiği 14 Ekim günkü toplantısında söylediği bir söz, bir haber kanalımızda şu başlıkla (KJ) ekrana yansıtıldı:

“Milletin sizden sıtkı sıyrıldı”

Bu başlığı gören kimi izleyiciler, “Sıtkı kim? Kimden, nasıl sıyrıldı?” diye düşünmüş olabilirler!

Tümcede geçen eskimiş Arapça sözcüğün aslı, ‘doğruluk, gerçeklik, içten bağlılık’ gibi anlamları olan “sıdk”.

Bu sözcükle yapılan deyim de ‘d’ harfiyle yazılıp okunur:

“Sıdkı sıyrılmak”

Birine karşı duyulan güven ve inancı yitirmek, anlamında.

Bunca dil yanlışıyla karşılaşınca medyamızdan giderek ‘sıdkımızın sıyrılması’ gibi!

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Bir yurttaş, dava açmak istedi Büyük Önder’e

“Gazete kâğıdına sarılmış tütün içirtti bize!” diye

“Sahi, tadı berbattı…” dedi Ata; “Adam çok haklı.”

O’na diktatör diyenin karga kadar yok aklı.