Bugün pazar… altmış beş yaş üstünü yine ‘güneşe çıkardılar’.
Korona günlerinde haftada bir, altı saat izinliyiz!
Piyasa Caddesi’nde, piyasa (1) yapıyoruz.
Büyükdere’deki İspanya Büyükelçiliği yazlık konutunun önünden Sarıyer’e uzanan caddenin adı bu.
Araç trafiği yok denecek kadar az olduğu için yürürken egzoz gazı soluma sorunumuz da bulunmuyor.
Deniz, hafiften kuzey rüzgârı esince arada bir ürperse de Yaşar Kemal’in deyişiyle neredeyse ‘karıncanın su içtiği’ sakinlikte.
Bir su kuşu dikkatimizi çekiyor; konduğu yerde ne bir duba ne de bir başka yükselti var ama su yüzeyinde iki ayağının üzerinde durabiliyor.
Aaa… o da ne? Dikkat kesildiğimiz noktada, bir yunusun sırt yüzgecini görüyoruz. Su kuşuna, üzerinde dinlenmesi için bir yunus izin vermiş demek ki! Ardından onun yanında ikinci yunus beliriyor. Ve diğerleri… Derken deniz kuşları sürü oluşturup alçaktan uçmaya başlayarak yunuslara koro hâlinde cıvıl cıvıl eşlik ediyorlar.
Konuşamayan çocuklara “yunus terapisi” ile konuşma yetisi kazandırıldığını biliyoruz. Birazdan su kuşları da dile gelirse hiç şaşırmayacağız:
— İnsanoğlu korona virüsü belasından can derdine düşüp bir süreliğine de olsa doğadan elini eteğini çekince kendimize geldik. Ohh, dünya varmış!
Su kuşlarının; yorgun arkadaşlarının üzerinde dinlenmesine izin verdiği için yunusa teşekkür eden ‘alçak uçuşlu, yüce ruhlu canlılar’ olduğuna karar veriyoruz.
Barındırdığı sayısız kötücül ağırlıklara karşın ‘yüksek uçan alçak ruhlu insanlar’ın tersine!
.
‘VAROLUŞ’ ONURU
.
“Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur.”
20’inci yüzyılın en saygın Fransız düşünürlerinden Jean – Paul Sartre’ın (21 Haziran 1905 – 15 Nisan 1980) bir sözü bu. Ve de onun en önemli temsilcisi sayıldığı felsefe akımı “Varoluşçuluk”un özü.
Aslında, Blaise Pascal’dan Nietzsche’ye, Dostoyevski’den Albert Camus’ye uzanan “Varoluşçu” anlayışta; “İnsan, önceden tanımlanmış, ‘öz’ü belirlenmiş bir varlık değildir. Kendi yaşamını ya da tanımını -yaşadığı koşulların içindeki- tercihleriyle, kendi kararlarıyla belirler. Yaptıklarıyla kendi varoluşunu biçimlendirir ve özünü ortaya koyar.”
.
SARTRE, DE GAULLE’E KARŞI
.
313 yıllık Osmanlı eyaleti Cezayir; 1830’dan itibaren 132 yıl boyunca Fransız işgali altında kaldı. 1954 güzünde Cezayir halkı işgalci Fransızlara isyan etti, ülkede kan gövdeyi götürmeye başladı. Direniş sekiz yıl sürdü. Fransızlar, kendilerine karşı bağımsızlık savaşı veren 1,5 milyon Cezayirliyi (nüfusun yüzde 15’i) öldürdüler. Ülke ancak 5 Temmuz 1962’de resmen bağımsızlığına kavuşabildi.
Cezayir’deki kıyıma en yüksek sesle karşı çıkan aydın, “Varoluşçu” Jean – Paul Sartre oldu. Paris sokaklarında bildiriler dağıtıyor, savaş karşıtı göstericilere önderlik ediyordu.
Dönemin önce Fransa Başbakanlığı, sonra Cumhurbaşkanlığı koltuğunda eski bir asker, emekli Tuğgeneral Charles de Gaulle (1890 – 1970) oturuyordu.
Hükümetin önde gelen kimi üyelerine göre Sartre ve yandaşları birer haindi ve tutuklanmalıydılar.
De Gaulle, öneriye gözü kapalı karşı çıktı. Şu tarihsel sözü söyleyerek:
— Sartre Fransa’dır!
.
KAHRAMANLIĞA LEKE
.
Fransızlar, de Gaulle’ü durduk yerde kendilerine lider yapmamışlardı. O, II. Dünya Savaşı’nda Almanya’ya yenilen ülkesini; kurduğu Özgür Fransa Hareketi’nin cesur yurtseverlerine önderlik ederek düşman çizmesinin altından kurtaran bir kahramandı.
Ne var ki Cezayir halkına karşı yürüttüğü korkunç kıyımla saygınlığını gölgelemişti, Büyük Kuşkonmaz (2)!
Jean – Paul Sartre’ın kişiliğinde simgelenen aydınlara, kendisiyle karşıt düşünceye sahip kişilere yaklaşımında ise uzun süre pek bir değişiklik olmadı, de Gaulle’ün.
Öte yandan Sartre da “yaptıklarıyla kendi varoluşunu biçimlendirmeyi ve özünü ortaya koymayı” sürdürdü.
.
YURT DIŞINA KAÇTI
.
Charles de Gaulle,1965 yılında yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Fransız TRT’si (!) diyebileceğimiz ORTF’ye bakılırsa ülkede her şey tıkırındaydı. Aslında ekonomi kötü sayılmazdı ama işsizlik giderek yükseliyor; bu arada, de Gaulle yönetimi otoriterleşme eğilimini artırıyordu.
Üç yıl sonra 1968 Mayıs’ında Fransa karıştı. Artık basbayağı tutucu, baskıcı olan de Gaulle iktidarına karşı Nanterre Üniversitesinde başlayan öğrenci hareketi, kısa sürede ülke ölçeğine yayıldı. Derken harekete işçi ayaklanmaları, fabrika işgalleri ve genel grev eklendi.
29 Mayıs günü, de Gaulle bir helikopterle Almanya’ya kaçtı.
Olaylar yatışır gibi olduğunda ülkesine geri döndü. Korktuğu başına gelmedi; tam tersine, yenilenen seçimlerden güçlenerek çıktı. Buna karşın, 68 Olayları’nın ağır sorumluluğu altında fazla dayanamadı ve ertesi yıl senatonun yetkilerinin sınırlandırıp yerel meclislere daha çok yetki verilmesine ilişkin referandumda hayır oyları kazanınca istifa etti.
.
GAZETE SATAN BİLGE
.
De Gaulle’den sonra Fransa Cumhurbaşkanlığına, sağcı Georges Pompidou (1911–1974) seçildi. 68 Olayları’ndan pek ders alınmamış olmalı ki Pompidou da ülkedeki muhalif sesleri susturmaya çalıştı.
Fransa’da basın özgürlüğünün, dördüncü Cumhurbaşkanı Jules Grévy’ye (1807–1891) dayanan köklü bir geçmişi var. İlk basın özgürlüğü yasası, Grévy’nin zamanında çıkarılmıştı. Aradan yaklaşık seksen yıl geçtikten sonra Pompidou döneminde, sol görüşlü “La Cause du Peuple” (Halkın Davası) gazetesinin iki yöneticisi tutuklandı. Takvimler, 26 Haziran 1970’i gösteriyordu.
Ve Jean – Paul Sartre tekrar sahneye çıktı. Gazetenin yönetimini üstlenmekle kalmayıp bu kez eşi, bir başka değerli aydın olan Simone de Beauvoir (1908 – 1986) ile birlikte Paris sokaklarında, koltuğunun altında “La Cause du Peuple” gazetesini satıyordu, Sartre. Onlara eşlik edenler arasında, ünlü Fransız yönetmen François Truffaut (1932 – 1984) da yer alıyordu.
Her üçü gözaltına alındılar. Ancak kısa sürede serbest bırakıldılar. Ülkeyi yönetenlerin kulakları, de Gaulle’ün sesiyle çınlamış olmalıydı:
— Sartre Fransa’dır!
Çünkü onun gibi “kahraman bilge”leri tutuklamak, aynı zamanda kendi adını tarihin karanlık sayfalarına yazdırmak anlamına gelirdi ki bu da hiç akıl kârı olmazdı.
Tarih, okumayı bilen için derslerle dolu.
.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
.
Soruyordu Pink Floyd şarkısında:
“Anne sahiden ölüyor muyum?”
Ölen bir başka Floyd oldu, annesi;
Çökünce Minneapolis’te beyaz polis
Doğurduğun, doyuramadığın kara boğazına.
.
(1) İtalyanca “piazza” sözcüğünden gelen “piyasa”nın, bilindiği gibi bir anlamı da ‘bir yol üzerinde gidip gelerek gezinme’.
(2) Charles de Gaulle, askerî akademideki öğrencilik yıllarında, bir metre 96 santimlik boyu, yüksek alnı ve iri burnu yüzünden “Büyük Kuşkonmaz” (Fr. Grand Asperges) lakabıyla anılıyordu.