İSTİKLAL MARŞI YETER Mİ (1)

Türkiye’de, Cumhuriyetin ‘dalya’ demesine yalnızca iki buçuk yıl kalaköktenci (radikal) karar ve uygulamalar birbirini izliyor.

Uzun süre bekletilen, soğutulan, en azından yüksek basınçlı muhalif gazların alındığına emin olununca buhar kazanının supabı birden açılıveriyor. 

Geçen hafta Danıştay‘ca verilen “Andımız”ın (öteki adıyla“Öğrenci Andı”nın), kesin olarak (?) kaldırılmasına ilişkin karar, bu gelişmelerden yalnızca biri.

Böylece Türkiye, karnıyarık gibi bir kez daha bölündü.

İktidara göre, “Andımız’a gerek yok, İstiklal Marşı yeter”.

Muhalefet ise iktidara, “Andımızın hangi cümlesinden rahatsızsınız?” diye ses yükselterek karara şiddetle karşı çıktı. Üstelik, Cumhur İttifakı ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçeli de kararı, ‘pimi çekilmiş bomba’ örneği tehlikeli gördüğünü açıkladı.

MEB’DEN MÜTHİŞ SAVUNMA

“Türk’üm, doğruyum…” diye başlayıp “Ne mutlu Türk’üm diyene.” sözleriyle biten Andımız‘ın okullarda okutulmasına, 1933 yılında başlanmıştı.

Andımız‘a bilinen ilk üst düzey karşı çıkış,  AKP’nin de kökeni olan Millî Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan‘dan (1926 – 2011) gelmişti. Erbakan, 1994 yılında Bingöl’de yaptığı konuşmada şöyle demişti:

“Okullarda çocukları ‘Ne mutlu Türk’üm diyene.’ diye bağırtıyorlar. Bu yanlış. Türk böyle derse Kürt’ün de ‘Ne mutlu Kürt’üm diyene.’ deme hakkı doğar.”

15 yıl sonra 2009’da, ‘Anayasa’ya aykırı olduğu’ savıyla Andımız’ın kaldırılması için Mazlum – Der tarafından Danıştay’da dava açıldı.

Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), mahkemede Andımız’ı cansiparane savundu.

MEB’in savunmasında (1);  “Anayasa’nın 2’nci maddesinde belirtildiği üzere, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı bir hukuk devleti olduğu” vurgulanıp şöyle deniliyordu:

“Anayasa’da yer alan ve Öğrenci Andı’nda geçen ifadede, Atatürk milliyetçiliği, ayrımcılığını gözeten bir söylem değil, ülke sınırları içinde yaşayan tüm insanları kapsayan birleştirici bir milliyetçilik anlayışı olduğu aşikardır.”

Nasıl, müthiş değil mi!

VE ROLLER DEĞİŞİYOR

Ama, dört yıl sonra aynı iktidar, okullarda Andımız’ın okunması uygulamasına kendisi son verdi. Çünkü, “çözüm süreci” adı verilen ‘PKK terör örgütünün dağdan indirilmesi’ amaçlı bir politika izlemeye başlamışlardı. Zaten, bu durumda Atatürk’ün; dağlardan, taşlardan, garnizonların yamaçlarından silinen “Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişinin her sabah okullarda okutulması, açıklanamaz bir çelişki olacaktı.

Derken bu kez de iki sendika, Türk Eğitim Sen ile Eğitim İşAndımız’ın kaldırılmasına karşı çıkıp 2013 yılında Danıştay 8. Dava Dairesi‘nde dava açtılar.

Danıştay’ın acelesi yoktu; beş yıl sonra 2018’deiki sendikanın itirazlarını haklı bulup yürütmeyi durdurdu. 

Şimdi roller değişiyordu; bu kez MEB, mahkeme kararına üst kurulda itiraz etti. Hem de ne itiraz!

MEB‘in Danıştay’2009 yılında sunmuş olduğu savunmayla 2018 yılındaki yeni savunması, birbirine taban tabana zıt. İlkinde, cansiparane sahip çıkılan Andımız, yenisinde yerden yere vuruluyor (2).

MEB‘in yeni savunma metninde; Andımız’ın, “yararsız, anakronik (tarihin akışına ters, çağdışı) olup işlevini yitirdiği, 1930’lu yıllarda ‘ulus bilinci’ için benimsendiği, 21. yüzyıl Türkiyesi’nde, 1930’lu yıllar ritüellerinin (ayin, âdet) benimsenemeyeceği” belirtiliyor. Andımız’ın “bireyi, ‘doğuştan boş bir levha’ kabul eden” çağ dışı bir yaklaşımın ürünü olduğu öne sürülen metinde; “bu yaklaşımın, günümüzde sadece ‘zihinsel geriliği’ olan çocuklarla ilgilenenlerce savunulabileceği” görüşü bile yer alıyor!

“ÖGELERİN BİRLİĞİ”

MEB’in son savunma dilekçesinde “İttihad-ı Anasır” (unsurların, ögelerin birliği) diye bir kavram da geçiyor.

İttihad-ı Anasır” kavramının tarihi; Sultan II. Abdülhamit dönemine dayanıyor. Şöyle:

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde, sınırlar içinde yaşayan herkesi ortak bir “Osmanlı” üst kimliği altında bir araya getirme amacı güdülüyordu. Bu bağlamda, Osmanlı unsurlarının mezhep, düşünce, ulus, şahsiyet ya da –sözümüz ona- cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bir araya getirilmesi düşüncesiyle II. Meşrutiyet döneminin birçok kuruluşundan biri olarak İttihad-ı Anasır-ı Osmaniye Heyeti; oluşturulmuştu (3).

Ne var ki Osmanlı; İttihad-ı Anasır’ı sağlamak yerine, rotayı İttihad-ı İslam’da tutmayı yeğledi. Tutabildiğince…

Yukarıda aktardığımız davalar dizisinin son halkası, en başta dediğimiz gibi

geçen hafta Danıştay‘ca verilen “Andımız”ın okullardan kaldırılmasına ilişkin karar.

Peki, “Andımız’a gerek yok, İstiklal Marşı yeter.” doğru bir tez midir?

Durum; toplum bilimi, eğitim bilimi, belki de tarih… alanlarında çok ciddi bilimsel araştırmalara konu olabilecek / olması gereken önemde. 

Andımız’ın, özellikle de İstiklal Marşı dizelerinin kısaca çözümlemesini (analiz) yapmayı ayrıca ‘Millî Şairimiz’ Mehmet Akif Ersoy’un kişiliğiyle görüşlerine yerimiz elverdiğince değinmeyi haftaya bırakalım.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Bu köşede, hemen hepsi deneyimli, başarılı meslektaşlarımızın düştükleri dil yanlışlarına yapıcı eleştiriler yöneltiyoruz.

Ancak, bu kişilerin aralarında, özellikle sesletim yanlışlarını öylesine ısrarla (!) sürdürenler var ki acaba eleştirileri umursamıyorlar mı? diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Ya da çevrelerindeki onca insandan, söz gelimi ekranı paylaştıkları kişilerden biri olsun kendilerini uyarmıyor mu?..

Örneğin, hayretle izlediğimiz meslektaşlarımızdan biri; 18 Şubat 2021 akşamı, bir siyasal parti grup başkanvekilinin, Emniyet’teki “çıplak arama” skandallarına karşı çıkmayışını haklı olarak eleştiriyordu. Üşenmeyip saydık; “çıplak” sözcüğünü, üstüne basa basa tam sekiz kez ‘b’ harfiyle “çıblak” diye seslendirdi. Üstelik bu kadarla da kalmayıp aynı gece ‘kolaylaştırıcısı’ (moderatör) olduğu izlencede aynı sesletim yanlışını yinelemekte olduğunu işitince “Pes!” dedik.

Benzer ısrarı, “laf” sözcüğünü ‘kalın l’ ile söyleme becerisi (!) gösteren, yine çok deneyimli bir Meclis muhabiri / sunucu var. İzlencesine sık sık konuk ettiği kişilere seslenirken de yine ‘kalın l’ ile “Haldun”, “Haluk” diyebilen bu arkadaşımıza, bir tiyatrocu temrinini (alıştırma) kendi kendine sürekli yinelemesini öneririz:

“Lâla Lâtif, lâleli lâmbasını lâcivert lâke lâvabodan alıp nâzik, nâdide Şefkât’e verdi.”

 

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Delinmez, delinmesi…

Teklif  bile edilemez

Kadının zırh belgesi

İstanbul Sözleşmesi.

 

1) Saygı Öztürk; söz konusu tarihî savunmayı, 21 Mart 2021 tarihli Sözcü’deki köşe yazısında belgeleriyle ortaya koydu.

2) Sultan Uçar; MEB’in mahkemeye sunduğu ‘10501’ ve ‘10506’ sayılı dosyalardaki savunmalarını, yine Sözcü’nün 20 Mart 2021 günkü sayısında yazdı. Herkesin okumasını salık veririz.

3) Cem Doğan; “II. Meşrutiyet’in Kimlik Arayışlarına Bir Örnek: İttihâd-ı Anâsır-ı Osmaniye Heyeti, Nizamnamesi, Yapısı ve Amaçları” http://kaynakca.hacettepe.edu.tr/eser/2633562/ii-mesrutiyet-in-kimlik-arayislarina-bir-ornek-ittihad-i-anasir-i-osmaniye-heyeti-nizamnamesi-yapisi-ve-amaclari