İÇİ DOLDURULMUŞ MARTI DUYARLILIĞI (!)

Buda öğretisinde avcılık yasaktır. Budistler, genellikle etyemezdir (vejetaryen). Güney Asya’daki Butan gibi Budizm öğretisine (halkının yüzde 75’i) sıkı sıkıya bağlı ülkelerde balık avlamanın bile ağır yaptırımları olduğunu biliyoruz.
Hayvanı öldürmekle kalmayıp işlediği bu “cinayet”le övünmek üzere “av”ının içini doldurarak duvarına asıp sergilemeyi ise hiç kuşku yok, vahşetin daha da büyüğü olarak görüyorlardır.
(Platon’un “İnsan, sosyal hayvandır.” tezi, hayvanların ‘sosyal olmadıkları’ anlamına da geliyorsa çoktan çürütüldü. Köpekbalığının küçüğü olan camgözün, denizde avlanırken saldırdığı sardalyalar saniyeler içinde bir araya gelip aynı anda pullarını bırakıyorlar. Böylece camgözün önünde el birliğiyle puldan bir duvar oluşturunca da hızla dağılıp canlarını kurtarıyorlar. Buyurun size bir “sosyal dayanışma” örneği!)

VİSNİEC’İN “NİNA”SI

Çoktandır izlemek istediğimiz bir tiyatro oyunu var; Rumen yazar Matéi Visniec’in (doğ. 1956) “Nina”sı. Oyun, Devlet Tiyatroları’nın repertuvarında yer alıyor ama -ülkemizde de dehşet verici biçimde yayılan küresel koronavirüs salgını nedeniyle- oynanamıyor.
“Nina”yı yöneten (ve Trigorin’i canlandıran) Erdal Beşikçioğlu, oyuna ikinci bir ad eklemiş; “Nina – İçi Doldurulmuş Martıların Hassasiyeti”. Çok da iyi yapmış; çünkü, yazar Visniec “Nina”yı, Çehov’un ünlü oyunu “Martı”ya bir tür nazire diyebileceğimiz yorumla kaleme almış.
19’uncu yüzyıl sonlarının Çarlık Rusyası’nda geçen “Martı”da Çehov, bilindiği gibi insanın yalnızlığını, tembelliğini, bilisizliğini (cahillik), güce tapmasını, yaşlılık ve ölüm korkusunu… anlatır.
“Nina”yı ise henüz izleyemediğimiz için tam bilemiyoruz ama yazarı Visniec; Çehov’un yukarıdaki özellik ve niteliklerini vurguladığı günümüz sosyal hayvanının (!) bir de ruhunun öldürülüp kafatasının ve göğüs kafesinin içi samanla doldurulduktan sonraki “duyarlılığına” (!) ayna tutuyor olmalı.

BAŞKA “NİNA” UTANCI

İlginçtir; tam elli yıl önce bugün (8 Nisan 1970) toplumca bir başka “Nina”nın, bu kez utancını yaşamıştık.
Ulvi Uraz Tiyatrosu, Fransız yazar André Roussin’in (1911 – 1987) “Nina” adlı güldürüsünü oynuyordu.
Elazığ’da.
Piyesi açık saçık bulan bir topluluk, oyunculara saldırdı.
Oyuncular kentten ancak çarşaf giydirilerek kaçırılabildi.
Bunun, adı üstünde bir oyun, üstelik güldürü olduğu, saldırganlara anlatılamazdı, anlatılamadı.
Zaten böyle ağır baskı ortamı yüzünden, ‘hayat damarımız sanat’ gelişip bizi uygarlığa taşıyacak itici güçlerden biri olamıyor.
İbn-i Sina’ya (980 – 1037) mal edilen “kurdu gören kuzu” deneyindeki gibi… Tıp ve felsefe ağırlıklı iki yüz dolayında kitap yazan İranlı bilim insanı, iki kuzuyu bir kafese koyar. Yan kafeste bir kurt vardır ancak kuzulardan yalnızca biri, kurdu görebilmektedir. Aynı yaşta, aynı türden olup aynı yemle beslenen kuzulardan kurdu gören zayıf, çelimsiz kalır, bir süre sonra da ölür. Sürekli yaşadığı korku, kaygı, ruhsal gerginlik yüzünden… Öteki kuzu ise tehdit altında bulunduğu duygusuna kapılmadan, huzur içinde, özgürce gelişir; besili, sağlıklı bir canlı olarak varlığını sürdürür.

YAŞLILARA BASKI

Koronavirüs salgını bize, ülkemizde bir başka baskı eğiliminin de yaşlılara yönelik olduğunu gösterdi.
Tv ekranlarında kimi gençlerin, yasağa karşın belki de yaşamsal nedenlerle sokağa çıkmak zorunda kalmış ileri yaştaki yurttaşlarımıza yardımcı olmaya çalışmak yerine, höt zöt ettiklerini görünce çok üzülüyoruz.
Söz konusu gençlerin bu kadirbilmezliği; ülkemizde yanlış eğitim uygulamalarının bir parçası, yansıması, göstergesi, diye düşünüyoruz.
Sofokles (İÖ 6. -5. yüzyıl), çok ileri yaşlarında bile tragedyalar yazdı. Oğulları, mallarının yönetimini kendi ellerine geçirebilmek için düşünürü mahkemeye verdiler. Yargıçlar, Sofokles’ten ‘aklının başında olduğunu kanıtlamasını’ istiyorlardı. O da yeni yazdığı “Oidipos Kolonos’ta” adlı tragedyayı mahkeme salonunda okuduktan sonra yargıçlara dönüp sordu:
— Nasıl, sizce bu yazdıklarım bir deli saçmasına benziyor mu?
Elbette benzemiyordu ve yargıçlar Sofokles’i beraat ettirdiler.
Saçmalayan, Sofokles’in çocuklarıydı.
İçi doldurulmuş martı duyarlılığındaki (!) gençler…

DİL YANLIŞLARIMIZ

Bir şairimiz, 22 Mart 2020 tarihli köşe yazısında, bir başka şairin kitabından alıntı yapıyor:
“… E.M. Cioran, Fransızların düşün dünyasına büyük katkılar sağlamıştır ama bu Romen Cioran’ı Fransız yapmaya yetmemiştir.”
Biz Türkler, Romanya halkından olan kimselere, (yukarıda, tiyatro yazarı Matéi Visniec için dediğimiz gibi) “Rumen” diyoruz; “Romen” değil.
Çünkü “Romen”, ad olarak ‘Eski Roma halkından olan kişi’; sıfat olarak da ‘Roma’ya ait, Roma ile ilgili’ demek.
Öte yandan, koronavirüs ile birlikte tv kanallarımızda bir de “koordineli” sözcüğü salgını yaşanıyor!
Bir haber kanalımızın 16 Mart 2020 günkü ana haber bülteninden:
— FED faizleri indirdi. Diğer bankalarla koordineli…
Ertesi sabah da ünlü bir kadın gazetecinin konuğu olan emekli general, İdlib’den söz ederken:
— Koordineli bir harekât planı…
Ondan iki gün sonra 19 Mart 2020 akşamı, ‘doğru Türkçe’ hakkında kitaplar da yazmış olan bir profesör, tv’deki yorum izlencesinde üstüne basa basa şöyle dedi:
— Koordineli olarak…
Fransızca “coordonné” (koordone, okunur); Türkçeye “koordine” olarak yanlış girmiş. ‘Eşgüdümlü’ anlamında zaten sıfat olarak kullanılıyor. Bu sıfata ayrıca “-li” yapım eki ekleyerek “koordineli” demek ise çifte hata.
Bu arada, bir başka moda söz:
“Davranış biçimi…”
Davranış, zaten ‘davranma biçimi’ anlamında bir ad olduğuna göre bizce kullanılan doğru bir tamlama değil…

SANAYİ / SANAYİİ

Tamlamadan söz etmişken…
Aslında, yazım kurallarına en çok uymasını beklediğimiz ciddi bir düşün gazetemizin 30 Mart 2020 günkü sayısında, onlarca punto büyüklüğündeki bir başlık:
“Sanayiinin yüzde 40’i duracak”
Arapçadan dilimize girmiş olan “sanayi” sözcüğü, yalın durumda ‘tek i harfi’ ile yazılır. Ham maddeleri işlemek, enerji kaynaklarını yaratmak için kullanılan yöntemlerin ve araçların bütünü, işleyim, uran, endüstri, anlamlarında…
Ancak ad tamlamalarında ‘tamlanan’ durumundayken iyelik (sahiplik) eki alır:
Kimya sanayii (sanayisi), ilaç sanayii (sanayisi)…
Benzer yanlışa; “cami” sözcüğü ile ad ve sıfat tamlaması yapılırken de çok sık düşüldüğünü görüyoruz.
Konuya ilişkin kural şu:
“Cami” sözcüğü, ad tamlamasında ‘tamlanan’ ise iyelik eki alır:
Beyazıt Camii (Camisi), Sultan Ahmet Camii (Camisi), Selimiye Camii (Camisi)…
Ama, sıfat tamlamasında ‘tamlanan’ ise ‘yalın’ durumda kalır:
Yeşil Cami, Eski Cami, Ulu Cami…
Koronavirüs salgını nedeniyle camiler kapalı ama yazım kuralları yürürlükte!

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Halka, haber alma özgürlüğü haktır
Bu uğurda sanma demokrasi şarttır (!)
İşte, salgına Türkmenistan’dan çare:
“Koronavirüs demek zinhar yasaktır!”