Sosyalizmi karalamak isteyenler, bu öğretinin dinsel yönüne ilişkin Karl Marks’ın (1818 – 1883) bir sözüne sarılırlar:
“Din halkın afyonudur.”
Oysa, Marks’ın (*) özdeyişinin tamamı şudur:
“Din, ezilen insanın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir dünyanın ruhudur. Din, halkın afyonudur.”
Türkiye, kötü günler geçiriyor. Bizim Diyanet İşlerinin, “ezilen insanın iç çekişini” yansıttığını ne acıdır ki göremiyoruz . Bu arada, geçen cuma günü “dar pantolon hutbesi” yayımlayacak kadar da halkımızın gerçek sorunlarından uzak oluşunu çok yadırgadığımızı belirtelim.
Erkekle kadını hiçbir alanda eşit görmezken söz konusu hutbeyle “tesettürde eşitlemeye” çalışan Diyanet, “Özellikle erkekler için beden sağlığını da tehdit eden dar giysiler, mahremiyetin korunmasını sağlamadığı için tesettür bilincine uymaz.” diyor.
.
ATASÖZÜ YANLIŞI
.
Aynı hutbede, yanlış bilinen bir atasözümüze dayanılarak şu yargıya da varılıyor:
“Halk arasında yaygın olarak kullanılan ‘güzele bakmak sevaptır’ sözünün yüce dinimiz İslam’da karşılığı yoktur. Zira güzel ya da çirkin fark etmeksizin her insanın mahremiyet hakkı vardır.”
Anılan atasözümüzün aslı, “Güzele bakmak sevaptır.” değil…
“Güzel bakmak sevaptır”; dünyaya, yaşama, insanlara iyimser gözle, sevecen bakın ki Tanrı katında ödüllendirilin, anlamında.
İnsanların dinsel inancına ya da inançsızlığına saygımız sonsuz. Bu kavramlar, Anayasa ile güvence altındaki “din ve vicdan özgürlüğüne” girer.
Diyanet yetkililerine sormaktan kendimizi alamıyoruz:
Yetişkin erkeğin dar pantolon giymesini “beden sağlığını tehdit” olarak gördüğünüzü anladık. “Güzel bakılınca” şunun da görülmesi gerekmez mi:
Beş yaşındaki kız çocuğunu ağustos sıcağında kara çarşafa sokan aileler var. Hiçbir canlı, dünyaya getirdiği yavrusuna bu kötülüğü yapmaz. Çocuğun -hâttâ her yaştan insanların- kemik gelişimi için güneşten D vitamini alması, bunun için de en azından kol ve bacaklarının belli bölümlerinin güneş ışığını görmesi gerekir. Devletin devlet olduğu ileri Batı toplumlarında, böyle anne babaların çocuklarına hemen el konulur. Sen istersen (paspas edildiği hâlde, hâlâ yürürlükteki Devrim Yasalarına karşın) sarığını cübbeni giyip bir mağaraya gir, ömrünü yarasalarla birlikte geçir. Ama, özgür istenci henüz gelişmemiş minicik bir yavrunun, onu dünyaya getiren sen bile olsan raşitik bedenli olmasına yol açma hakkın yok. Daha önemlisi, ona dayattığın yaşam biçimini benimsemeyen herkesi öcü gibi göstermeye de…
.
ARAP MUHTAÇ MI?
.
Aynı Diyanet’in, yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle bu günlerde sık sık tv’lerde yayımlanan bir “kamu spotu” var. Kurban bağışıyla ilgili (nedense Çanakkale Savaşları temalı) sadece birkaç dakikalık bu filmde, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) için şöyle deniliyor:
“Peygamber ocağı”
TSK’ya “Peygamber ocağı” demek için Türk Ordusunun “şeriat ordusu” olması gerekmez mi? Bildiğimiz kadarıyla ordumuz “laik”. Yoksa artık değil mi?.. (Yeni askerlik yasası adı altında getirilen akıl tutulması ürününü anlayabilen varsa beri gelsin!)
Diyanet’in söz konusu kamu spotu filminde bir subay, açık başla el selamı veriyor. Bu filmi çeken, yöneten, denetleyen ve filmde oynayanlar özellikle vatani görevini yapmamış kişiler arasından mı seçildi? Askerliğini bedelli yapmış olanların bile bilmeleri gerekir ki şapkalı ya da kepliyken el selamı, açık başla baş selamı verilir.
Diyanet İşlerinin 2019 yılı bütçesi 10,4 milyar lirayı aşıyor (örneğin, enerji fukarası ülkemizde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesinin beş katı).
En az 460 bin öğretmenimiz atanmayı beklerken son iki yılda Diyanet’in personel sayısı yüzde 42 artışla 120 bin 66’ya çıkarıldı. Bizim vergilerimizle kasasını tıka basa dolduran, yöneticileri -kusura bakmasınlar- deve yüküyle maaş alan bu kurum, çığ gibi büyüyen kendi işsiz / aşsız kitlelerimizi doyurmak yerine, kurbanlarımızı neden “kardeş” adı altında “ümmet”e yönlendirmeye çalışıyor?
Biz, petrodolarla oynayan Araplardan daha mı varsılız?..
Ya da bu “ümmet”ten herhangi bir devlet, örneğin KKTC’yi tanıdı veya son aylarda uluslararası arenada köşeye sıkıştırılmış olan Türkiye’yi herhangi bir ulusal davasında destekledi de bizim haberimiz mi yok?..
.
BEKLENEN HUTBELER
.
Diyanet, 10 Kasım’larda ısrarla ‘unuttuğu’ Atatürk tarafından, Cumhuriyet’in ilanının ardından 1924 yılında kuruldu.
İlk başkanı Rıfat Börekçi’nin hazırladığı hutbe kitabı 1928’de basıldı. Kitaptaki 51 hutbe, Tanrı ve Peygamber sevgisi, ibadet, güzel ahlak… gibi konularda Müslüman halkımızın aydınlatılmasına yönelik. Yine, Atatürk’ün buyruğuyla Elmalılı Hamdi Yazır’ın kaleme aldığı “tefsir” (yorum) de öyle.
Güncel konularda, halkı sağduyulu hareket etmeye yöneltme amaçlı olması gereken cuma hutbelerini “dar pantolon”a indirgemenin doğru olmadığını anlamak için din bilgini olmak gerekmez.
Neredeyse kundaktan yeni çıkmış 4- 6 yaş grubu bebelere, Kuran kursu vermelerinin bir eğitim bilimi (pedagoji) faciası olduğunu bilmek için de eğitim uzmanı…
Diyanet’ten, hiç değilse önümüzdeki Kurban Bayramı vesilesiyle ülkemizin iç ve dış barışına katkıda bulunacak -söz gelimi, Alevi yurttaşlarımızı da kucaklayacağı- hutbeler bekliyoruz.
Ya da geçen cumartesi günü İstanbul’da yapılan, her türlü kışkırtmaya açık “Suriyelilersiz Suriye mitingi” konusunda… “Suriyeliler kalsıncılar” ile “gitsinciler” arasındaki tehlikeli gerginliğin yaşandığı bu miting için seçilen yer de çok ilginçti; komşu sığınmacıları bir plan dâhilinde ülkelerine geri gönderme hedefini açıklayan İmamoğlu’nun yeni başkanı seçildiği İstanbul Belediyesinin hemen yanı başı; Saraçhane.
Yetkilileri, Diyanet ‘i “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinden hiç şaşmamış, safsata ve hurafelere sırt çevirmiş, velinimetleri Atatürk’ün kurumu kimliğine geri döndürmeliler.
Dinine, diyanetine safiyane ama hep “güzel bakan” yoksul halkımızın lokmalarından kesilen 10,4 milyar liralık ödeneğin hakkını vermelerinin biricik yolu budur.
Bu çağrıyı yapmakla biz de safdillik etmiş olmadığımızı umarız.
.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
-Tesadüfe Bak!-
.
Yaşama sevincimi yitirişim
Hayata adım attığım
İlk güne rastlıyor!
.
(*) Özgün yazımı Karl Marx olan düşünürün soyadını özellikle ‘-ks’ harfleriyle yazdık. Çünkü, Türk Abecesi’nde ‘x’ harfi yok. Bu konuda, bir “Babıâli efsanesi” anlatılır. Hürriyet’i telefonla arayan bir okur, o günün manşetindeki “ni çarpı on”un ne demek olduğunu sorar. Okurun “okuyamadığı”, 1969-1974 yılları arasında görev yapan ABD Başkanı’nın soyadıdır. “Nixon” o tarihten sonra Hürriyet’te ‘-ks-‘ harfleriyle “Nikson” diye yazılmaya başlar. Özgün yazımında “x” harfi içeren öteki yabancı sözcükler de…