İstanbul Kuledibi Göz Hastalıkları Hastanesine, sağlık kontrolüne gidiyorduk.
Şişhane durağında metro treninden inip Tünel’e çıkmak üzere asansöre bindik.
Kabinde bizden başka üç erkek daha vardı.
Hareket düğmesine basılınca asansör gıcırdayıp sarsıldı ama hareket etmedi.
Kabinin dışındaki boşluktan gelen şırıltıya bakılırsa bir yerlerden kaçak su akıntısı vardı. Ama, hiçbirimiz asansörden inmedik.
Düğmeye birkaç kez ısrarla basıldıktan sonra asansör sallana titreye yukarıya çıkmaya başladı.
Aramızdan biri muzipçe:
— Biz Türk’üz, bize bir şey olmaz, dedi.
Ortak kabahat işlemiş çocuklar gibi zoraki gülümsemeyle birbirimize baktık.
Neyse ki sağ salim yukarıya çıktıktan sonra bir metro görevlisi bulup şahsen, olası arızayı bildirdik.
GENETİK OLABİLİR Mİ?
ABD’de, Dr. James Olson öncülüğünde yapılan bir bilimsel araştırmayla, kimi insanların niçin diğerlerinden daha fazla tehlikeye atıldığı saptanmış. NeuroD2 adı verilen gen, beynimizin korkuya verdiği yanıtta önemli rol oynuyormuş.
Deney, önce fareler üzerinde yapılmış. İki NeuroD2 genine sahip normal farelerle tek gene sahip farelerin davranışları karşılaştırılmış. Bir masadan kırk santimetre yukarıdaki labirente bırakılan farelerden iki gene sahip bulunanlar, hemen her defasında en güvenli yolu seçerken geni eksik olanların çoğu, tehlikeli güzergâhı kullanmış.
Biz Şişhane’de, metro asansöründeki dört kişi, NeuroD2 engellileriydik belki de!
Ama, en azından kendi payımıza Kaliforniya Sendromu’ndan mustarip olmadığımız için teselli bulduk.
Bilindiği gibi, ABD’nin en varsıl eyaletleri arasındaki Kaliforniya’dan adını alan sendrom; yaşamının merkezine kişisel çıkarlarını, hazlarını “Benden sonra tufan. Başkalarına ne olursa olsun!” umursamazlığını anlatıyor.
Bizse hiç değilse yukarıya çıktığımızda bir görevli arayıp olası arızayı haber vermiştik.
KENETLENME ANLARI
Türkiye, geçen cuma gecesi deprem gerçeğiyle bir kez daha yüzleşti. Elazığ’ın Sivrice ilçe merkezinde meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki sarsıntı, biz bu satırları yazdığımız gün açıklanan rakamla 39 cana mal oldu, 18’i yoğun bakımda bin beş yüz dolayında da yaralı var. Açıkçası depremin değil, bir türlü başa çıkamadığımız -daha çok yoksulluk ve belli ölçüde de tehlikeyi umursamazlık temelli- çarpık yapılaşmanın acı sonuçlarıyla yine karşılaştık.
Her felakette olduğu gibi, gevşeyen toplumsal dokumuzun görece de olsa sıkılaşması, insanlarımızın gece eksi on üç dereceye değin inen hava sıcaklığında yaşam savaşımı veren depremzedelerin yardımına koşmaları hepimizi duygulandırdı.
Henüz iki buçuk yaşındaki Yüsra Yıldız ve annesi enkaz altından kurtarılırken; gönüllü sağlık personeli Emine Kuştepe, depremin simge ismi Azize Çelik’in ölümle burun burunayken yaptığı konuşmayla yaşama tutunmasını sağlarken; Suriyeli üniversite öğrencisi Mahmut, toprağı kan içinde kalan elleriyle kazarak Dürdane Aydın‘ı yaşama kavuştururken gözyaşlarımızı tutamadık.
Ama, ne yazık ki bunları yine beynimizin duyusal deposuna (çok kısa süreli bellek) kaydedip çabucak unutacağız.
Eskiler, “ehemmi mühimme tercih etmek” diye bir deyiş kullanırlardı.
Arapça kökenli iki sıfattan “ehem; çok önemli”, “mühim; önemli” demek.
Deprem ülkesinde yaşayan bir toplum olarak bu yaşamsal gerçeğe karşı en etkili önlemleri almayı, öncelikler sıralamasında başa koymamız şart.
Zararın neresinden dönsek kârdır.
Bunun için can kulağıyla dinleyip söylediklerini harfiyen yerine getirmemiz gereken deprem uzmanları, olası İstanbul depreminin büyüklüğünün yediyi aşacağını ve geçen haftaki Elazığ depreminin on değil, yüz değil, bin değil, elli bin katı yıkıma, dolayısıyla çok geniş ölçekli kitlesel ölümlere yol açacağını vurguluyorlar.
Ehemi mühime, şimdi değilse ne zaman yeğleyeceğiz!..
DİL YANLIŞLARIMIZ
Elazığ depremi haberlerinde medyamız, bir kez daha kesirlerin yazım ve sesletimi sorunu yaşadı.
Birçok tv kanalında, “depremin büyüklüğü” yerine “şiddeti” denildi; büyüklük oranı olarak da “altı onda sekiz” yerine, “altı nokta sekiz” ya da “altı virgül sekiz” garipliği yinelendi.
Aynı zamanda çok değerli bir Türkçe araştırmacısı olan deprem uzmanı Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, konuk edildiği tv kanallarında elinden geldiğince bu yanlışları düzeltmeye çalıştı.
Kesirlere değinmişken… Kimi medya haberlerinde söz gelimi; “yüzde üç nokta beşe”, “yüzde üç virgül beşe” ya da “yüzde üç buçuk’a” diyen sunucularımız var.
Doğru sesletim, elbette “yüzde üç buçuğa”…
Çünkü, (Türkçe “bıçmak – biçmek”ten gelen, ‘ortasından kesilen bir nesnenin yarısı, iki bölümünden biri’ anlamındaki) “buçuk”; ünlü harfle başlayan ek aldığında, sözcüğün sonundaki ‘k’ harfi ‘ğ’ye dönüşür; buçuğa…
Benzer biçimde örneğin, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak‘ın soyadını yazıldığı gibi okuyan sunucular görüyoruz.
Oysa, öz Türkçe ya da Türkçeleşmiş sözcüklerin sonundaki “ç, k, p, t” gibi kimi sert ünsüzler, sözcük ünlüyle başlayan ek aldığında yumuşar.
“Albayrak” sözcüğü de aynı şekilde ünlü harfle başlayan ek aldığında sondaki ‘k’, ‘ğ’ye dönüşüp “Albayrağın” diye sesletilir. Ancak bu Türkçe bir özel ad olduğu için yazımda (imla) ‘k’ harfi değişmez ve sözcükle ekin arasına kesme imi konulur; Albayrak’ın…
Örneği biraz genişletelim (ilk okunuşlar yanlış, ikinciler doğru):
Haliç’i – Halici; Zonguldak’a – Zonguldağa; Mehmetçike – Mehmetçiğe;
Ahmet’in – Ahmedin…
Bir yabancı ülke adı olan “Irak” ise ünlüyle başlayan ek aldığında yazıldığı gibi okunur: “Irak’ın toprak bütünlüğü… “
Ancak ‘uzak’ anlamındaki Türkçe sözcüğün, ünlüyle başlayan ek aldığında ‘k’ sesi yumuşar: “Arap atlar yakın eder ırağı”… (Dadaloğlu)
ÖLÜMCÜL / ÖLDÜRÜCÜ
Geçen hafta boyunca medyamızda geniş ölçekte yer alan haberlerden biri de en az 56 can alan Çin kökenli “korona virüsü”nün dünyaya yayılma eğilimi göstermesiydi.
Konuya ilişkin haberlerin hemen tümünde şöyle denildi:
“Ölümcül korona virüsü”
Bizce yanlış.
Doğrusu:
“Öldürücü korona virüsü”
Çünkü:
Türkçede “-cil, -cül” son eki; ‘yakınlık ve düşkünlük eki‘dir.
Beyaza yakın saç ve sakala “kırçıl” denir.
Balığa düşkün, balıkla beslenen kuş, “balıkçıl”dır.
Barıştan yana kişi ya da tutum da “barışçıl”…
Korona virüsü için “ölümcül” dersek sıfat, söz konusu mikrobun ‘ölüme yakın’ olduğu yani yok olacağı anlamına gelir ki bu kötü değil, iyi bir şeydir.
Doğru ve güzel Türkçeyi pamuklara sarıp koruyalım.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Omzumuzdan tuttu doğa
Sarstı bizi bir kez daha:
“Eşeğini sağlam bağla
Sonra emanet et Allah’a.”