Fransız ruhsal çözümleme uzmanı (psikanalist) Jean Cournut’nün savı:
“Erkekler kadınları egemenlikleri altına almak ister; çünkü, onlardan korkarlar.” (Bkz. Jean Cournut; “Kadınlar Erkeklerden Neden Korkar”, İletişim Yayınları)
İnsanlık tarihi, erkek egemen toplumlarda ‘egemenlik altına alınamayan kadınlardan öç alma’ öyküleriyle dolu.
İşte, o gerçek öykülerden biri:
1872’de, Ekvador’un devlet başkanlığı koltuğunda oturan kişi, yerli bir isyancıyı kurşuna dizdirdi.
İsyancının suçu, halkı kışkırtmakla kalmayıp devletin bir subayını düelloya davet etmekti! Üstelik düelloda kılıç kullanan teğmeni, elindeki ilkel yerli mızrağıyla alt etmeyi başarmıştı.
Kurşuna dizilirken gözlerinin bağlanmasını reddeden isyancının adı, ölüm buyruğunu veren yöneticinin isteğiyle kayıtlara şöyle geçti:
Manuel Leon.
Oysa o bir kadındı ve adı da Manuela’ydı.
Yöneticinin, bir kadını kurşuna dizdiren kişi olarak tarihe geçme korkusu olumlu sonuç vermedi.
Manuela Leon, katledilmesinden 138 yıl sonra 2010’da, Ekvador devletince ‘ulusal kahraman’ ilan edildi.
ÂMÂ YARBAYIN TANGOSU
Erkeği, dolayısıyla da toplumu adam eden kadındır.
O anadır, sevgilidir, eştir, arkadaştır, yoldaştır…
— Bu yalan dünyada değer verilmeyi hak eden iki hece: ka- dın.
Ünlü sinema oyuncusu Al Pacino ile özdeşleşen ve de ona “En İyi Oyuncu Oscar’ı”nı kazandıran “Kadın Kokusu” filminden bir replik, yukarıdaki son tümce.
Yönetmen Martin Brest’in 1992 yapımı bu filminin en unutulmaz yanı ise kuşkusuz, görme engelli emekli Yarbay Frank Slade (Al Pacino) ile Gabrielle Anwar‘la tango yaptıkları sahne.
Slade, genç bakıcısı Charlie’ye (Chris O’Donnel) , bir salon dolusu izleyenin soluğunu kesen danstan sonra şöyle diyecektir:
— Tangoda hata olmaz. Hayat gibi değildir, basittir. Bu yüzden tango harikadır.
Ve kadınsız tango olmaz.
TÜRK KADINLAR BİRLİĞİ
Bizim kadınlarımıza gelecek olursak…
Onlar, dünyanın en özverili varlıkları.
Erkeğiyle omuz omuza gerçekleştirdikleri, tarihte benzeri olmayan Millî Mücadele‘den utkuyla çıkan, ardından da Cumhuriyet kuşaklarını yetiştirenler…
Kadınlarımız, iki gün sonra önemli bir yıldönümünü kutlayacaklar; 7 Şubat 1924’te kurulan Türk Kadınlar Birliği‘nin 96’ıncı yıldönümünü…
Atatürk sayesinde, dünya kadınına örnek, parlak başarılar kazandılar; 1926’da Medenî Kanun’un kabulü ile erkeğe eşit haklar elde ettiler; 1930’da belediye seçimlerine katılma, 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme haklarına kavuştular.
Sadece dört yıl sonra yüzüncü yıla ulaşıp dalya diyecek olan kadın hareketinin öncü birliğini, başkanı Av. Sema Kendirci Uğurman‘ın şahsında içtenlikle kutluyor, tüm kadınlarımıza saygılar sunuyoruz.
SON SÖZ:
Kadınlar, korkulası cins değil, toplumun sevgi harcıyla yoğrulmuş çimentosudur.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Fransızcadan dilimize doğrudan aktarılan ‘kelimesi kelimesi’ anlamındaki “mot à mot” hep yanlış sesletiliyor. Bu sözcüğün son ‘t’ harfi okunmaz; “motamo“.
Öte yandan bir hekim, sürekli konuğu olduğu tv izlencesinde “oksijen” sözcüğünü; ‘s’ yerine ‘ş’ harfiyle “okşijen” diye okuyor.
28 Ocak 2020 gecesi bir kanalın ana haber bülteninde ise sunucu, geçenlerde tanıtılan yerli otomobilden söz ederken iki kez şöyle dedi:
— Otomobilin ‘şasesi’ İngiliz.
Sunucunun burada, “şase” yerine, “şasi” sözcüğünü kullanması gerekiyordu. Çünkü “şase” (Fr. sachet), içine mendil, gecelik vb. şeyleri koymaya yarayan çeşitli büyüklükte, kumaştan koruncak, demek.
“Şasi” (Fr. châssis) ise haberdeki anlamıyla motorlu kara taşıtlarının iskeleti. (Şasi sözcüğünün öteki anlamları: 1- Fotoğrafçılıkta içine duyarlı bir cam veya kâğıt konulan, yassı, ışık geçirmez kutu. 2- Yapı işlerinde sürme çerçeve.)
Öte yandan, yine tv’deki magazin izlencelerinde çok sık yapılan yanlış:
“Seksî manken…”
“Seksi” sıfatının son harfi nispet i’si olmadığı için uzun okunmaz. Bu sözcük dilimize İngilizceden (sexy) okunduğu gibi girmiştir; “seksi”.
SERİ / SERÎ FARKLI
Benzer biçimde “seri” ile “serî” birbirine karıştırılıyor.
“Seri”, dizi… Son harfi “nispet i’si” olduğu için uzatılarak okunan “serî” ise hızlı, anlamında.
“Grup” ve “gurup” hakkında da rivayet muhtelif!..
“Grup” (Fr. group); aynı yerde bulunan kişilerin ya da nesnelerin tümü, küme, öbek…
Arapça “gurup” ise “güneşin batışı”…
Özel bir kanaldaki popüler müzik yarışmasında, jüri üyelerinden biri yarışmacının gösterdiği olağanüstü çaba karşısında duygulandığını anlatmak isterken şöyle diyor:
— Çok mütehassıs oldum.
Türkçesi “duygulanan, hislenen” demek olan Arapça sözcüğün doğrusu; “mütehassis”. Bunun kalın ünlü ‘ı’ harfiyle yazılıp söyleneni (mütehassıs) ise “uzman” demek. Elbette, “uzman”ın da çoğu, azı yok ki “Çok mütehassıs oldum.” denilebilsin!
TÜRKÇEYE GOL YAĞMURU!
1 Şubat 2020 akşamı oynanan Trabzonspor – Fenerbahçe (2 -1) futbol karşılaşmasını spor muhabirlerine değerlendiren bir kulüp yetkilisi, iki hecesi de kısa okunan “hakem” sözcüğünü şöyle sesletiyor:
“Haakem”
Aynı yetkilinin yaptığı bir başka dil yanlışı:
“Malumun ilanı…”
Zaten bilinen bir şeyin dile getirilmesi, anlamındaki tamlamada geçen doğru sözcük “ilan” değil, “ilam”dır (bildirme, anlatma). Mahkeme ilamı, gibi…
Bu arada, söz konusu karşılaşmayı yayımlayan tv kanalının sunucusu, yorumcuya soruyor:
– Maçın 47’inci saniyesinde gol atmış, her şey lehine gidiyor. Fener’in maçı kaybetmesini ‘sağlayan’ faktörler nelerdir?
Aynı dil yanlışına, Avustralya’daki orman yangını felaketine ilişkin bir tv haberinde de düşülüyor:
— Şiddetli rüzgâr, yangının yayılmasını ‘sağladı’.
Sağlamak; bir işin olması için gerekli durumu, şartları hazırlamak, temin etmek, anlamındaki bir ‘olumlama’dır.
Bir futbol karşılaşmasındaki yenilgiden, daha önemlisi bir doğal afetten ‘olumlama’ ile söz edilmez.
Dolayısıyla da ilk örnekteki soru, şöyle olabilirdi:
— Fener’in maçı kaybetmesine ‘yol açan’ faktörler nelerdir?
Ve yukarıdaki haber tümcesinin yüklemi:
— Şiddetli rüzgâr, yangının yayılmasına ‘neden oldu’.
Medyamızdaki kötü dil kullanımının, doğru ve güzel Türkçeyi her gün gerileten bir kasırga boyutuna varması gibi…
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Yâr bana bir kar
Donmuş kalpler yerine
Alev alev kanayan
Yaralarımın üzerine.