Yıl: 1946. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne İngilizce öğretmeni aranmaktadır. Ünlü eğitim bilimci, Köy Enstitülerinin kurucusu olan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve Sabahattin Eyüboğlu, birlikte dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile görüşürler. Hasanoğlan’da İngilizce dersi verebilecek bir kız bulduklarını söylerler. Ne var ki bu kız, Bella adında bir Yahudi’dir.
İsmet Paşa (1):
— Ee? Ne bekliyorsunuz, hemen işe alın, der.
Kız, ortaokul mezunu olduğu için okulun kütüphaneci kadrosunda işe girer. Ama, İngilizcenin yanı sıra Fransızca ve Almanca da bilmektedir. Dahası, okulda Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nı sahneye koyanlar arasında bulunacak, oyundaki öğrencilere dans da öğretecektir.
Aynı yıl ülkemizde çok partili düzene geçilirken Meclis’teki soru önergelerinden biri, “liseyi bitirmemiş bir Yahudi kızının para mukabilinde Hasanoğlan’da ders verip vermediğiyle” ilgilidir. Elbette, Bella Eskenazi’nin öğretmenliği sona erdirilir.
ORHAN VELİ VE BELLA
Aynı yılın Ankara’sında, Sabahattin Eyüboğlu’nun evi (2)… Aynı genç kız, küçük bir odada sedire uzanmış, ders çalışıyor. Odanın öbür ucunda oturmuş ünlü bir şair; Orhan Veli, elindeki kâğıda bir şeyler yazıyor. Sonra da genç kıza uzatıyor kâğıdı:
— Bak, senin için bir şiir yazdım.
Bella, şiiri okuyor:
“Uzanıp yatıvermiş sere serpe; / Entarisi sıyrılmış hafiften; / Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor; / Bir eliyle de göğsünü tutmuş; / İçinde kötülüğü yok biliyorum; / Yok benim de yok ama, / Olmaz ki! / Böyle de yatılmaz ki!”
Sait Faik Abasıyanık, Orhan Veli ile Yedigün gazetesi için yaptığı bir şöyleşide (yayım tarihi 3 Şubat 1947) ona en sevdiği şiirini soracaktır. Orhan Veli’nin yanıtı “Sere Serpe” olur.
Şairin, kısa ömrü boyunca (14 Kasım 1950’de, 36 yaşında öldü) sevip bir umut, sürekli yakın çevresinde bulunduğu Bella ise onu hep arkadaş, dost gözüyle görecektir. Ama, cenaze töreninde bir köşeye çekilmiş, sessizce ağlayan kadınların arasında, Orhan Veli’nin “Düşes” lakaplı Bella‘sı da yer alacaktır.
RÜYA BİLE DEĞİL
Bu gün Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nın bir köyümüzde sahnelendiğini rüyamızda bile göremeyiz.
Artık genç nüfus da kalmayan köylerimizde ihtiyar heyeti aracılığı, kaymakamlığın ivedi damgalı buyruğu ve göstermelik pandemi gerekçesiyle hemen yasaklatırlar!
Yinelemekten bıkıp usanmayacağız:
Köy Enstitüleri, bozkırda gerçekleşen bir mucizeydi. “Yerinde kalkınma”nın ana ilke sayıldığı eğitim dizgesi sürdürülebilseydi kentlerimizde bu günkü sağlıksız yığılma olmayacak, dolayısıyla da içinden çıkılmaz duruma gelen ekonomik / toplumsal / tarikatsal çarpıklıklar yaşanmayacaktı.
Arıcılıktan keman çalmaya, duvar ustalığından felsefe bilimine değin ‘yaşam sanatı’nı özümsemiş öğretmenlerimizin güçlü ekin (kültür) / bilim ışığıyla aydınlanacaktı toplumumuz.
Başta ABD ve toprak ağaları olmak üzere dönemin egemenleri izin vermediler.
Gün gelir, dünyaya örnek o anlayışa geri dönülürse -çıkmayan candan umut kesilmez- belki de ‘kentten köye taşımalı’ ulusal eğitim dizgesi kurmak gerekecek.
Öte yandan, günümüzde Bella’ların ortaokul mezunu gayrimüslim olmasını bir yana bırakın; bir şiirin dizeleri arasında “uzanıp sere serpe yatıvermesi” bile “ahlaksız” diye nitelendirilmesi için yeterli neden değil midir!
DİL YANLIŞLARIMIZ
Son yıllarda, devlet / kamu kurumlarımızda işe alınanlarla ilgili olarak en sık kullandığımız sözcüklerden biri, “liyakat”.
Arapça kökenli bu sözcük, ‘bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu’ anlamına geliyor.
Orta hecesi uzun okunan, son sesi ‘t’ ince ünsüz olan “liyakat”in öz Türkçe karşılığı “değim”; “liyakatli” de “değimli” demek.
Türk Dil Kurumu (TDK) yönetimi, değimli kişilerden mi oluşuyor?
Bilmiyoruz.
Örneğin, kurucusu Atatürk’ün, “dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma” ülküsü doğrultusunda, yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar öneriyor mu?
Yıllardır görmedik, işitmedik.
Gördüğümüz, Türkçenin doğru kullanımına ilişkin sorun’un her gün biraz daha yaygınlaşıp büyüdüğü.
Söz gelimi, kimi erkek adlarının ya da onlarla eş anlamlı olan kimi sözcüklerin yanlış yazım (imla) ve yanlış sesletiminde (telaffuz) sözleşmiş gibiyiz.
“ŞEVKAT (!) YERİMDAR”
Bir siyasetçi / gazeteci, 13 Ekim 2020 akşamı katıldığı tv izlencesinde, enfeksiyon hastalıkları uzmanı profesöre soruyor:
— Okullarda velilere, ‘Çocuğum kovit olursa sorumluluk bana ait’ yazılı bir kâğıt imzalatılıyor. Ne diyorsunuz?
Meslektaşımızın sorusunda geçen “veli”; yine Arapça kökenli olup ‘bir çocuğu koruyan, onun işlerine bakan ve her türlü davranışından sorumlu olan kimse’ demek. Sözcüğün ikinci hecesi uzun sesletilir; “velii”.
Ne var ki meslektaşımız, bunu bir erkek adıymış gibi, her iki hecesi de düz okuyor; “veli”!
Öte yandan, belli aralıklarla tv’lerde yayımlanan bir yerli filmin adı:
“Şevkat Yerimdar”
Sevecenlik, demek olan Arapça kökenli sözcük, bilindiği gibi ‘f’ harfiyle “şefkat” diye yazılır.
Bir öğrenci, “şefkat”in doğru yazımının, ekranda sık sık gördüğü gibi ‘v’ harfiyle (şevkat) olduğunu sanıp kompozisyon ödevinde aynen yinelese notunun kırılmasından kim sorumlu olacak? (Öğretmenin de doğru yazım’ı bildiğini varsayıyoruz.)
Örneğin, gerçek haberciliğin yapıldığı tv kanallarına ‘gözünün üstünde kaşın var’ cezaları yağdıran RTÜK, bu konuda sorumsuz davranan tv’cilerin yanlışa, en azından dikkatlerini çekemez mi?
Yoksa bu RTÜK’çüler de doğru Türkçe bilen, “değimli” kişiler değiller mi?
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Göbeğini Kaşıyan
Adam’ın şey(h)leri…
Öte dünyada da
Korkun.
Yakanızı bırakmayacak
Bekir Coşkun.
1) Haluk Oral; “Şiir Hikâyeleri”, T. İş Bankası Kültür Yayınları, sayfa 117
2) Agy. sayfa 114 – 119