Bu hafta, iki önemli yıldönümünü birden kutluyoruz. İlki yarın; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı; en büyük bayram.
Mustafa Kemal Atatürk, 97 yıl önce 28 Ekim’de Çankaya Köşkü’nde verdiği akşam yemeğinde, “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” demişti.
Atatürk’ün yakın silah arkadaşlarından kimileri, ertesi sabah cumhuriyetin ilanını ancak halkla birlikte, top sesleriyle öğrendiler. Karşı çıktılar ama önleyemediler.
Çağdaş, hâttâ çağının da önünde, iyi ve güzel olan buydu çünkü.
Padişah istenci (irade) yerine, çoğulcu demokrasiyle taçlandırılmış özgür ulus istencini yansıtan Meclis’in söz sahibi olduğu düzenin adı; cumhuriyet.
HARF DEVRİMİ 92 YAŞINDA
İkincisi, 1 Kasım 1928 tarihli “yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkındaki kanun”un yani Harf Devrimi’nin 92’nci yıldönümü…
Meşrutiyet döneminde Müslüman Arnavut okullarında Latin harfleri öğretilmek istenmiş, şeyhülislama bunun dince sakıncalı olup olmadığı sorulmuştu. Yanıt olumsuzdu:
“Mesaağ-i şer’i yoktur!”
Yani: Müslümanlık buna izin vermiyor.
Alman düşünür Kant (1724 – 1804), iki yüz küsur yıl önce söylemiş:
“Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanım yerine geçen bir papazım, perhizlerimi bildiren bir doktorum oldu mu zahmete girmeme hiç gerek kalmaz.”
Şeriatla yönetilen Osmanlı Devleti’nde de padişahın kulları için -papaz yerine hoca farkıyla- durum böyleydi.
ARAP ABECESİ VE TÜRKÇE
Harf Devrimi’ne körü körüne karşı çıkanların hâlâ anlamak istemedikleri şu:
Arap harfleri, Türk diline uygun değil. Yalnızca üç ünlü harf (a,e,u) bulunan Arap Abecesi’nde, yazımları aynı olan birçok sözcüğün anlamları ayrı. Örnek: evet, öt, ot; dün, don, dön… Bu sözcükleri okuyan kişi ancak tümce içindeki yerlerine göre anlamlandırmaya çalışıyor.
Okuma yazma oranının, en iyimser öngörüyle erkeklerde yüzde yedi, kadınlarda ise binde dört gibi olağanüstü düşük düzeyde olduğu o yıllarda Arap Abecesiyle eğitim, halkı başlı başına ‘okuma yazma öğrenmekten caydırıcı’ bir seçimdi.
Harf Devrimi sonrası açılan millet mektepleri ve halkevlerindeki yeni
harfleri öğrenme seferberliği ile bu konuda kısa süre içinde çok yol alındı.
Harf Devrimi’nden dört yıl sonra yapılacak Türk Dili Kurultayı ile de ekin (kültür) ve sanat yaşamımızda yeni, altın sayfa açılacaktı.
TOPLUMUN TEMEL DİREĞİ
Abdi İpekçi, II. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye, Atatürk Devrimlerinden en önemlisini soruyor.
İnönü’nün yanıtı (1):
“Biri, Harf Devrimi, öteki de kadınların topluma girmesi, kadın özgürlüğüdür.”
Atatürk’ün Anadolu Aydınlanması diyebileceğimiz inkılaplar dizisiyle Müslümanlığa zarar verilmek bir yana;Türk ulusuna, Kuranıkerim’in Türkçesini okuyarak dinini kendisi ve doğru öğrenme olanağı sunuldu.
Bu arada, Osmanlı kadısının önünde tanıklığı bile kabul edilmeyen kadına, her alanda erkeğiyle omuz omuza, eşit insanlık / yurttaşlık hakları tanındı.
O kadın ki toplumun geleceği olan çocuklarımızı, gençlerimizi yetiştiren ailenin temel direğidir.
Atatürk’ün, Tevfik Fikret’ten esinlenerek söylediği ünlü söz de yine yaşama adım atarkenki ‘ilk öğretmenimiz’ olan annemize, kadına çıkmıyor mu:
“Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı (bilme, anlama, sezme) hür nesiller ister.”
YASAK SAV(UN)MAYALIM
Son yıllarda -özellikle de bu yıl pandemi bahanesiyle- ulusal bayramları kutlamamızı engelleyen veya yasak savma türünden geçiştirme eğiliminde olanlara anımsatalım:
Böylesi çabalar, bu çok özel günleri geniş halk kitlelerine unutturmaya yetmeyeceği gibi tam tersine ulusal bilinci pekiştirir.
Hâlen süren ve daha ne kadar süreceğini bilmediğimiz küresel ‘pandemi’ felaketi karşısında, tv ekranlarında ‘devletini yeterince yanında göremediğinden’ yakınan halkımıza da bir çift sözümüz var:
“Bin nasihatten bir musibet yeğdir.”
Ansızın gelen felaketler, yaşanan kötü olaylar, öğütlerden çok daha etkilidir, anlamındaki atasözümüz…
TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE
Atatürk bize, her alanda kendi kendine yetebilen ‘tam bağımsız’ bir Türkiye bıraktı.
Dış borçsuz, bütçesi denk, dışsatımı dışalımından fazla, Merkez Bankası’nda 26 ton (Ata’nın öldüğü1938 yılında, tam olarak 26 bin 190 kilo) altın rezervi bulunan, 1 Türk Lirasının yaklaşık 1 ABD Doları değerinde olduğu, çok ciddi sanayi ve finans atılımları / yatırımları yapan…
Üstüne üstlük enkazını devraldığı Osmanlı’nın onurunu koruyup Batı’ya olan borçlarını ödeyen bir Türkiye…
Bu görkemli yakın geçmişimizi, belleğimize mıh gibi çakalım.
O’nun ilke ve devrimlerinden, ‘yurtta barış, dünyada barış’ ülküsünden
uzaklaştıkça; kalıtına (miras), cumhuriyetin maddi / manevi / kurumsal kazanımlarına sahip çıkmadıkça başımıza nelerin geldiğinin ayırdına varalım.
Yitirdiklerimiz bize, yakın tarihimizin en ibret alınası toplumsal yaşam deneyimi olsun.
Ve bu düşüncelerle:
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Cumhuriyetimizi sonsuza dek yaşatalım.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Medyamızda, yine Osmanlıca iki sözcüğün sıklıkla birbirine karıştırıldığını görüyoruz.
Bir tv kanalında 3 Ekim 2020 gecesi, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Olağan Genel Kurulu’nun, İçişleri Bakanlığınca pandemi gerekçe gösterilerek ertelenmesi tartışılıyordu. Bir meslektaşımız, kararı yorumlarken şöyle dedi:
— Keyfiyetin kurumsallaşması…
Arkadaşımız “keyfiyet”i ; aklının estiğince hareket etme, anlamında kullanıyordu.
Oysa “keyfiyet; keyfîlik” demek değil.
Arapça kökenli “keyfiyet; nitelik, vasıf, kalite” anlamında; bir şeyi benzerlerinden ayıran üstünlük ya da eksiklik…
Yakın geçmişte bir başbakan da bu “keyfiyet” sözcüğünü hep keyfine göre kullanıyordu!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Cumhuriyet sinemasında
Kötü yola düşürülmüş
Bu kadın çığlığı da ne!
Gözünde yaş…
Gönlünde yasla:
“Bedenime sahip oldun
Ama ruhuma asla!”
1) İnönü, Atatürk’ü Anlatıyor; Hazırlayan: Abdi İpekçi, Cumhuriyet gazetesi yayını, sayfa 49 – 50