Tatsız yılın son ayını yarıladık.
Yanmış odun isi kokusuyla gelip balkon kapısına, pencerelere dayanan zorbanın adı bu kez “kış”.
Kimi zaman Tevfik Fikret “Sis”iyle ağırlaşıp insanın büsbütün genzini tıkıyor.
Martılarınsa bu durum pek umurunda değil gibi; kaptanı, beni seven ardımdan gelsin demişçesine bir balıkçı teknesinin peşi sıra telaşla kanat çırpıyor; önce hız kesip sonra alarga (1) durunca da tekneyi sürü hâlinde ‘tavaf’ (2) ediyorlar!
Sarıkanat ve çinekop zamanı.
Akşam, rakıya yakışacak.
HÜZÜN İTTİFAKI
Aslında bugün, bir Engin Ayça filmi gibi başlamıştı; “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu”.
Pelikülü (3), baştan sona Cahit Sıtkı Tarancı hüznüyle yıkanmış:
“Ayrılmıyor gözlerim ıslak camlardan asla; / Şimdi bütün düşüncem sade yağmurla meşgul: /Acep hangi kadındır tarıyor usul usul, / Upuzun saçlarını simsiyah bir tarakla?..”
Film de şiir de aynı kadına çıkıyor; “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu”nun şarkıcı Leyla Akın’ı Türkan Şoray‘a.
Arapçada “Leyla”; ‘gece gibi siyah saçlı (kadın)‘ demek.
ÖYLESİNE BİR UDÎ
‘İsmiyle müsemma’ Leyla Akın, gizemli güzelliğini dürüstçe yansıtan bir aynanın önüne oturmuş, uzun kış geceleri gibi simsiyah saçlarını tarıyor.
Dökülemeyen gözyaşlarının merceği, iri kara gözlerindeki hüzün kuyusunu daha derinleştiriyor. Arada bir hafifçe titreyen ellerini, titreyen dudaklarına götürüyor kadın.
Leyla’nın bunca kederi, saz heyetinin ölen gedikli udîsi Cemal Bey (Ekrem Bora) için. İşin garip yanı, kim bilir kaç yıldır o ‘sahne aldıkça’ arkasında öylece duran, varlığını bir hicaz beste alçakgönüllülüğüyle sürdüren udînin, yaşamının neresinde olduğunu bile bilmiyor, Leyla:
“… Derinden bakınca gözlerinize / Neden başınızı öne eğdiniz?”
Ama, yaşam yap-bozunun bir parçası eksilivermiş işte.
Aslında, yönetmen Engin Ayça, 1990 yapımı filmin ta başında diyeceğini demişti:
“Soğuktu ve yağmur çiseliyordu. Belki de insan için yaşamanın tek bir zamanı var: Şimdiki zaman. Bellek dünü bugüne taşır; dünü, bugünü ve geleceği düşünür, bir arada yaşarız…”
Evet, bizce de bir tek zaman olmalı: Şimdiki… Hangimiz kime ne söyleyeceksek hemen söylemeliyiz.
Makamın her an segâha evrilmesi işten değil çünkü:
“Dönülmez akşamın ufkundayız / Vakit çok geç…”
DİL YANLIŞLARIMIZ
Bu köşede, medyamızdaki dil yanlışlarına dikkat çekerken bir süredir kişi ve kurum adı vermiyoruz. Çünkü, kullanılan yanlış Türkçe örneklerinin, bilebildiğimiz kadarıyla doğrusunu ‘anımsatmanın’ yeterli olduğunu düşünüyoruz.
Gelgelelim, tv ekranlarında gördüğümüz son örnekler karşısında hop oturup hop kalkmaktan kendimizi alamıyoruz.
Yine de yanlışa düşenlerin adlarını vermeme yönündeki ilke kararımızı ‘şimdilik’ sürdürüyoruz.
Bu arada, “vazgeçmek” bileşik eyleminin yazım ve sesletimiyle ilgili sorunumuz da ortadan kalkmış değil.
Ünlü bir gazeteci, 11 Aralık 2020 gecesi katıldığı tartışma izlencesinde, üç dört kez şu sözü kullandı:
— Es 400’den Türkiye, vaz mı geçseydi!..
Adı geçen savunma dizgesinden söz ederken “s”yi İngilizce “es”, rakamı da Türkçe “400” diye sesletemezsiniz; “se 400” demeniz gerekir.
Daha önemlisi, “vazgeçmek” eylemi, bilindiği gibi bitişik yazılır. Ad soylu “vaz” sözcüğü ile “geçmek” yardımcı eylemini birbirinden ayırıp ortasına “mı” soru ilgecini (edat) koyamazsınız. Eylem çekiminin doğrusu:
“… vazgeçse miydi?”
(Yeri gelmişken; ‘mi’; yaygın biçimde yazılıp söylendiği gibi bir ‘soru eki’ değildir. Zaten öyle olsa ardından geldiği sözcüğe bitişik yazılırdı. “Mı, mi, mısın, misin…” birer soru ilgecidir.)
Öte yandan, bir başka haber kanalında her hafta üç dört kez izlence hazırlayıp sunan deneyimli bir televizyoncu, 12 Aralık günkü bölümde, ‘sokağa çıkma yasağı görüntüsü altında uygulanan alkollü içki yasağını’ ele aldı.
“Alkol” sözcüğünün (Fr. alcool) her iki ‘l’si de ince okunur. Arkadaş ise her iki l’yi de kalın okuyarak izlence boyunca belki otuz kez “alkol” deme becerisini (!) gösterdi.
Böylece de sürekli yaptığı hece, tümce, ussal değer vurgusu yanlışlarını bizce aşmış (!) oldu.
KÜFELİ (!) TÜCCAR
Daha da önemli görevde olan bir başka televizyoncu ise haftanın beş günü ekrana çıkıyor ve her keresinde bizi şaşkınlıklara uğratıyor.
Örneğin, ‘belirti’ anlamındaki tıp terimi “semptom”un (Fr. symptôme) ‘m’ harfini yutuyor; “semtom”!
Gazete ve dergi kesiği “kupür”e (Fr. coupure), “küpür” diyor.
Arapça kökenli bir hastalık adı olan ve ilk hecesi uzun olan “zatürre”yi dümdüz okuyor.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, bir siyasetçinin istifa mektubunda yaptığı yazım (imla) yanlışlarını düzeltmeye kalkıştığı izlencede, ne dese beğenirsiniz:
— ‘Belki de’ bitişik yazıldığı zaman anlam değişiyor.
Oysa, bilindiği gibi “belki” belirteci (zarf), “de” bağlacıyla ya da ilgeciyle (edat) hiçbir durumda bitişik yazılmaz.
Bitmedi…
Aynı kişi, 26 Kasım geceki izlencesinde dinsel bir öykücüğü (anekdot) anlatırken Irak’ın güneyindeki ünlü “Kûfe” kent adını, ‘ince ağaç dallarından örülmüş büyük sepet’ demek olan “küfe” olarak sesletmez mi! Üstelik bir değil, birkaç kez üstüne basa basa.
Bu arada, merak edenlere söz konusu öykücüğü özetle anlatalım…
ADALETSİZLİĞİN DORUĞU
Bir Arap, Hz. Ali yanlılarının egemen olduğu Kûfe’den devesiyle, Muaviye’nin yönetimindeki Şam’a gelir. Şam sokaklarında dolaşırken biri yanına yaklaşıp adama şöyle der:
— Bu dişi deve benimdir, onu hemen bana vereceksin.
Adam:
— Hayır, devenin sahibi benim. Üstelik devem dişi değil, erkek, diye itiraz eder.
Tartışma büyüyünce konu Muaviye’ye yansıtılır.
Halk meydanda toplanır. Acımasız yönetici, her iki tarafı dinledikten sonra kararını açıklar:
— Bu dişi deve, Şamlınındır.
Devenin gerçek sahibinin şaşkın bakışları altında, halka dönüp sorar:
– Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?
Topluluk hep birlikte bağırır:
– Şamlınındııır!
Kûfeli, devesinin ardından şaşkınlıkla bakakalırken Muaviye ona seslenir:
– Ey Kûfeli, dinle! Sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Kûfe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki: “Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen on bin adamı var! Ayağını denk al!”
Bu adalet anlayışı bize biraz tanıdık gibi geldi.
Ya size?..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Yoksul bir çobanın, ağaç kovuğuna
Sakladığı azığına tilki dadanmış
Gözü doymak bilmez sözde kurnaz
Öylesine yemiş ki yakayı ele vermiş
Çünkü haram lokma dolu şiş karnıyla
Çıkamaz olmuş artık kovuktan
Haramiler hisse alsın bu kıssadan.
1) Alarga: Açıkta, anlamında denizcilik terimi.
2) Tavaf etme: Bir şeyin çevresinde dönme.
3) Pelikül (Fr. pellicule): Film şeridi.