BİNDİK BİR ALAMETE…

İç politikada, “biçem (üslup) özürlüsü” olma durumunu aşıp bilinmezlere yelken açmış gibiyiz.

31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’ni ‘atlattıktan’ sonra siyasetçilerin birbirlerine karşı söylemlerinde, hiç değilse asgari saygı kurallarına uymalarını bekliyorduk.

Ama tam tersine, hakaret çıtası; özellikle de Ana Muhalefet Partisi liderine linç girişiminin adeta alkışlanmasından sonra, neredeyse ana avrat sövme, bu arada Yüce Divan’la tehdit düzlemlerinde ilerliyor!

Tv’lerde ana haber bültenlerini, ağzımız bir karış açık izliyoruz. Söz gelimi, MHP Genel Başkan Yardımcılığı koltuğunda oturan profesör unvanlı kişi, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener için “CHP’nin kucağına oturdu.” diyebildi. Kendi genel başkanı ise onu, üstelik bir kadın lidere böyle belden aşağı sözlerle sataştığı için uyarma görevini yerine getirmemekle kalmadı… “CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve sözcülerinin siyasî eylem ve sözlerinin suç teşkil ettiği” savında bulundu; “Özellikle CHP Genel Başkanı için dokunulmazlığın kaldırılması ve mahkeme yolu ardına kadar aralanmış ve açılmıştır.” dedi. (Artık, “yolun, ardına kadar aralanması”, nasıl bir Türkçeyse!..)

HORTLAYAN KOMİSYON!

Bitmedi; aynı MHP lideri, kendini bir tür savcı (!) olarak atayıp “Kılıçdaroğlu’nun suç teşkil eden fiil ve değerlendirmelerinin analiz ve araştırılması maksadıyla üç kişilik bir komisyon kurduklarını” açıkladı. E, biz böyle bir yapılanmayı sittin sene (*) öncesinden anımsıyoruz; 1950’li yılların iktidarı Demokrat Parti (DP), Meclis’te “Tahkikat Komisyonu” oluşturup yargı görevini de üstlenmişti.

Söz konusu zatımuhteremlere şunu söylemekten kendimizi alamıyoruz:

Eğer politikayı bu biçem, yol ve yöntemlerle sürdürebileceğinizi sanıyorsanız fena hâlde yanılıyorsunuz. Sizin militan kadrolarınızın dışındaki halkın canı çok sıkkın, bilesiniz. Yine sizin eseriniz olan korkunç hayat pahalılığını, anayasa / yasa ve kural tanımazlığınızı, bin bir antidemokratik uygulamanızı; kavgada bile söylenmeyecek sözlerinizle ve “Cambaza bak!” yutturmacasıyla kimsenin gözünden kaçıramazsınız.

Kendinize gelin!..

ÇAVUŞOĞLU VAKASI

“Biçem özürlülüğü” bakımından, dış politikada da kendi kendimizi aştığımızı söyleyebiliriz!

En yeni örnek:

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “(Fransa Cumhurbaşkanı) Macron’un bugünkü konuşmalarını ayakları pislik içinde gömülüyken öten horoza benzetiyorum.” dedi.

Sebep:

Macron‘un, Strazburg’da geçen hafta, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde (AKPM) yaptığı konuşmadaki Türkiye’ye yönelik sözleri… Fransa Cumhurbaşkanı ,”Türkiye’de ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü konularının geriye bırakıldığını” söyledi. “İnsan hakları savunucuları, gazeteciler ve akademisyenlerin yargı süreçlerinin dikkatle izlenmesi gerektiğini” belirterek “Onların yanında olmalıyız.” dedi.

Hemen hemen hepsi bu.

Fransa’nın simgesi, horoz. Çavuşoğlu’nun “ayakları pislik içindeki horoz” benzetmesinin, diplomasi diline uygun olduğunu söyleyebilen beri gelsin.

Dışişleri Bakanımız ayrıca Macron’u, “YPG / PKK’lıları Elysee Sarayı’nda sık sık ağırlamakla” suçladı. Macron’un konuşması sırasında Fransa tarafının salona basını sokmadığını anımsattı; “Madem bu kadar hassas, AKPM’ye hitap ederken neden gazeteciler içeri alınmamıştır? Hani basın özgürlüğü!” diye sordu.

Bu arada, Fransa’da 13 Kasım 2015 tarihinde 130 kişinin öldüğü terör saldırıları sonrası yürürlüğe giren Olağanüstü Hâl (OHAL) uygulamasını anımsattı. 1 Kasım 2017’de kaldırılan OHAL’in yerine, yeni güvenlik yasası çıkarıldığına değinerek şöyle dedi:

Fransa OHAL’i kaldırırken OHAL dönemindeki tüm kısıtlamaları yasalara derç ederek (alarak, toplayarak) sürdürüyor. Yani şu anda yasal bir de facto (fiilî durum) OHAL, Fransa’da devam ediyor. Şimdi tüm bunlar açıkça ortadayken Macron’un Türkiye’ye dil uzatması haddini aşmak olmuştur.”

126 GAZETECİMİZ MAHPUS

Çavuşoğlu’nun bu sözlerini medyadan izleyen kimi yurttaşlarımızın gururu okşanmış olabilir.

Ancak, gerçekler sayın Bakan’ın aktardıklarından biraz farklı. Şöyle:

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) verilerine göre, 18 Eylül 2019 tarihi itibarıyla ülkemizde 126 gazeteci ve medya çalışanı cezaevinde.

Basının, bizdeki gibi lafta değil, gerçekten özgür olduğu Fransa’da ise iki yıl süren OHAL döneminde bile bir tek gazeteci, akademisyen, yazar, fikir insanı hakkında, hapse atılmak bir yana, soruşturma açılmadı. Ülkede OHAL’in kaldırılmasından sonra sıkılaştırılan güvenlik yasası da yalnızca teröre karşı güvenlik önlemleri düzeyinde; şüphelilerin evlerine ancak yargıçtan izin alınarak girilebiliyor. Medyanın üzerinde de en küçük bir baskı yok.

“İYİ AMA…” DİYENLERE!

Bu kıyaslamadan sonra bizi, gözü kapalı Fransız hayranı diye nitelendirip şöyle eleştirenler olabilir:

– Fransa, Cezayir’i tam 132 yıl boyunca sömürge rejimiyle yönetti. 1954’te başlayıp 1962 yılında sona eren bağımsızlık savaşında da 1,5 milyon Cezayirlinin ölümünden sorumlu. Bu ağır “insanlık suçu”nu işlemesine karşın, Cezayir halkından hâlâ özür dilemedi. Fransa’nın bize ders verecek hâli var mı?

Evet; bu da Fransızların utancı diyebileceğimiz ya da utancı olmasını dilediğimiz tarihsel bir gerçek.

Ama, Dostoyevski’nin söylediği gibi, “Her insan, herkes karşısında her şeyden sorumludur.”

Konuya ilişkin, olası okur eleştirisine bir fıkrayla yanıt verelim:

Amerikalıyla Rus arkadaş olmuşlar. Rus, Moskova Metrosu’nu anlata anlata bitiremiyormuş.

Günün birinde, Amerikalının yolu Moskova’ya düşmüş. İki arkadaş buluşup metro trenine binmişler.

On dakika sonra elektrik kesilmiş. Amerikalı, arkadaşına takılmış:

– Yere göğe sığdıramadığın metronuz bu mu?..

Alı al, moru mor Rus, ne dese beğenirsiniz:

– Ama, siz de Kızılderilileri kestiniz!

Bilmeyiz, anlatabildik mi?..

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Dört yıl mahpus damında yatar mı yatar

2019 yılı Türkiye’sinde yedi savunman.

Açlık grevindeki tutuklu meslektaşın için

Sen misin göklerde ‘dilek feneri’ uçuran!

(*) Sittin sene: Altmış yıl.