Yarın 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü.
Birleşmiş Milletler’in (BM) geçen yılki verilerine göre, dünyada yedi yüz milyonu aşkın insan, gündelik yaşamsal gereksinimlerini karşılayamıyor.
Türkiye’de de Tüketici Hakları Derneğinin (THD) yine 2018 yılı rakamlarına göre, nüfusun yaklaşık yüzde 60’ını oluşturan 48 milyon kişi, yoksulluk sınırının altında. 16 MİLYON KİŞİ İSE AÇ.
2019 yılında tablonun hem dünyada hem de ülkemizde daha da ağırlaştığına hiç kuşku yok.
Neden basit:
Üzerinde yaşadığımız gezegenin bize cömertçe sunduğu yaşam kaynaklarını hovardaca, düşüncesizce hâttâ düşmanca tüketiyoruz. O kaynakların paylaşımında da bir türlü özgecil olamıyor, bencillikte sınır tanımıyoruz.
Eduardo Galeano’nun (1940 – 2015), yinelemekten usanmadığımız aşağıdaki bildirisinde (manifesto) vurguladığı gibi:
“Yoksulluk ne bombalar gibi patlıyor ne de atılan mermi gibi ses çıkarıyor.
Yoksullarla ilgili her şeyi biliyoruz: neden çalışmadıklarını, ne yemediklerini, neleri olmadığını, neyi düşünmediklerini, kime oy vermediklerini, neye inanmadıklarını…
Bilmemiz gereken tek şey, yoksulların neden yoksul oldukları.
Sakın, çıplaklıkları bizi giydirdiği ve açlıkları bizi doyurduğu için olmasın?”
ELMA MASALINI TATMAK!
Ülkemizin örnek aydınlarından Ceyhun Atuf Kansu’nun (1919 -1978) da insanoğlunu, azgın iştahına teslim olmak yerine, adaletli paylaşıma çağıran çok güzel bir şiiri vardır. “Üç Kişilik Sofra” başlıklı söz konusu şiir şöyle:
“Kim istemez ki sofrayı, sofra olsun,
Bir masası, tabakları, sürahisi olsun
Üç öğün ekmeği olsun, çorbası olsun.
Vatan yemişleri boldur
Çiçekli bir tabağa doldur,
Koy önüne bekleşen çocukların
Masalını tatsınlar elmaların
Bilsinler, yemez onları sade
Ne yalnız sultan kızı, ne de yalnız şehzade.
Baharlayın onunçün de açar elma çiçeği
Hem daha gönülden, hem de daha iyi.
Kim istemez ki, yaşaması tam yaşama olsun.
Gündüzleyin bütün yaşayanlar için bir çalışma,
Aşk ve huzur da sofraya kalsın akşama.”
Hepimizin işinin, aşının olduğu; sofralarında sevginin, erincin buğusu tüten eski yaşamlarımıza dönebilecek miyiz?..
DİL YANLIŞLARIMIZ
Özel bir tv kanalının ünlü gazeteci / sunucusu, 5 Ekim 2019 günü ekrandaki konuğundan, Devlet Bahçeli’nin Kemal Kılıçdaroğlu‘na yönelttiği “yargılatma tehdidi”ne ilişkin yorum yapmasını isterken şöyle dedi:
– Şekil ve şemal açısından değerlendirir misiniz?
Bu kısacık tümcede bir değil, iki Türkçe yanlışı var:
1- Sayın sunucunun “şekil ve şemal” diye kullandığı ikilemedeki ikinci sözcüğün doğrusu, bir ‘i’ harfi fazlasıyla “şemail”dir. Arapça kökenli “şemail”in asıl anlamı, “huylar, tavırlar”dır. Fakat, “şekil şemail” ikilemesi, “görünüş” anlamına gelir.
(Aynı şekilde, “incik boncuk” ikilemesindeki “incik” sözcüğünün gerçek anlamı, “bacağın, dizden aşağıdaki bölümü”dür. Bu ikilemeyse “değersiz, ufak tefek takılar”ı anlatmak için kullanılır.
2- İkilemeyi oluşturan sözcüklerin arasına, sayın sunucunun yaptığı gibi, bağlaç (ve) konulmaz. Örneğin, eş anlamlı sözcükler; “anlatımı güçlendirme” ya da “anlam pekiştirmesi” amacıyla “ikileme” olarak birlikte kullanılabilir. Doğru örnekler: “güçlü kuvvetli”, “zayıf nahif”, “akıllı uslu”, “rezil rüsva”… Hiçbirinde bağlaç yoktur.
Yeri gelmişken şunu da anımsatalım:
İkilemede, yinelenen ya da uyak yoluyla oluşturulan kimi sözcükler anlamsız olabilir. Örneğin, “çoluk çocuk” ikilemesinde geçen “çoluk” sözcüğünün tek başına anlamı yoktur.
Aynı anlamsızlık, ünsüz harfle başlayan sözcüklerde ilk ünsüzün yerine, ünlüyle başlayan sözcüklerde de ilk ünlünün başına “m” harfi getirilerek kurulan ikilemelerde de görülür; kitap mitap, açık maçık… Bu örneklerdeki “mitap” ve “maçık”, anlamsızdır.
YETKİLİ / YETKİN/ YETKE…
Medya çalışanlarımız, aşağıdaki sözcüklerin anlamlarını o denli sıklıkla karıştırıyorlar ki artık bizim de doğrusu neydi diye zaman zaman kuşkuya düştüğümüz oluyor:
“Yetkili”; hak, salahiyet sahibi, demek.
“Yetkin”; gerekli olgunluğa erişmiş, olgun, kâmil, mükemmel.
“Yetke”; bir kişinin yeterliliğine herkesi inandırarak kendisine
duyulmasını sağladığı güven, otorite.
“Yetenek”; bir kimsenin bir şeyi anlama veya yapabilme niteliği,
kabiliyet, istidat.
“Yeti”; bir şeyi uzun süre yaparak kazanılan yatkınlık, alışkanlık, meleke.
HABERDE AYRIMCILIK
Değerli öğretmen arkadaşım Mustafa Uğur, Antakya’da 4 Ekim 2019 günü meydana gelen bir trafik kazasına ilişkin haberin, özel bir tv kanalımızca aşağıdaki biçimde sunulmasını yadırgadığını bildirdi:
– Kadın sürücü, fren yerine gaza bastı, bir asker şehit.
Uğur, haklı olarak şöyle sitem etti:
– Kazaya yol açan sürücü erkek olsaydı bu haberde cinsiyet belirtilecek miydi?
Elbette belirtilmeyecekti.
Sevgili medya çalışanlarımız;
Kültürlü, doğru Türkçeye duyarlı olduğu kadar kadın – erkek ayrımcılığına da karşı olan Mustafa Uğur’lar bu toplumda hâlâ var.
Ve noktasından virgülüne, yaptıklarınızı eleştirel gözlerle izliyorlar.
Kültürel / eğitsel bakımlardan en az okur / izleyici / dinleyici kadar donanımlı olmak, gazeteci için olmazsa olmaz koşuldur.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Zulüm, zalime müstehak
Bize, aç varsıldan alak da
Tok gözlü yoksula verek,
Diyecek Köroğlu’lar gerek.