Günümüzde özellikle cep telefonları aracılığıyla sözde Türkçe iletişimimiz, giderek Çinceye benziyor:
“Vo bu pa ta…”
Çince bir tümce bu.
Sözcüğü sözcüğüne Türkçe karşılığıyla:
“Ben değil korkmak sen.”
Yani:
“Ben senden korkmuyorum.”
Çince ve Tibetçe diller takımında pek çok sözcük, yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi tek heceli ve hiçbir ek almıyor (1).
Dolayısıyla da insanların bu sözcükleri doğru yazmaları, özellikle de doğru vurgulayarak konuşmaları, birbirini anlayabilmelerinin olmazsa olmaz koşulu.
DOĞA KORKUYOR
Yukarıdaki “Vo bu pa ta”;Çinli kabadayıların ‘kuşak sarkıtma’ eşliğinde rakiplerine söyledikleri bir söz olabilir. Kuşak sarkıtmak deyimini, önceki TGC başkanlarından, çok değerli gazeteci ağabeyimiz Orhan Erinç’in bir köşe yazısından (2) öğrenmiştik; Doğu kabadayılarının rakiplerine meydan okuma simgesi, yanlarına yaklaşırken kuşağın ucunu çıkarıp fazla uzun olmayan bir bölümünü aşağıya sarkıtmakmış. Batı’da ya sözlü olarak veya eldivenlerini rakibinin yüzüne fırlatarak yapılan düello çağrısının bizdeki karşılığı…
“Ben değil korkmak sen.” insanın insana karşı ‘sahte kabadayılığını’ anlatıyordur belki. Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı”nın sonunda vurguladığı gibi, adı kabadayıya çıkmış olanlar, aslında korkaktırlar.
Doğanın ise insandan ödünün koptuğu kesin. Yıllar önce ileri Batı üniversitelerinden birinde, canlı çiçekle yapılan bir deneyi anımsıyoruz. Boş bir salona giren kişi, salonun ortasına konulmuş çiçeği saksısıyla beraber fırlatıp atar. Saksı parçalanır, çiçek yere saçılır. Bir süre sonra aynı kişi salona döndüğünde, çiçekte bilim insanlarının ‘korku belirtisi’ olarak yorumladıkları titreşimler ölçülür. Adam dışarıya çıkar, ardından bir başkası girer. Çiçek, yeni giren kişiye, saldırgana gösterdiği tepkiyi vermez.
SARI ÇİÇEK, SARI DEĞİL
Geçen hafta, İngiliz Guardian gazetesiyle Independent Türkçe, Çin’de yetişen bir çiçekle ilgili dikkat çekici bir haber yayımladı.
Habere göre, Hengduan Dağları’nda binlerce yıldır varlığını koruyan bir bitki (fritillaria delavayi), beş yılda bir haziran ayında açan sarı çiçekleriyle tanınıyordu. Ne var ki son açtığında, çiçeklerinin de yapraklarının da artık bilinenden farklı renklerde olduğu görüldü. Bitkilerde böyle evrimler ancak otobur hayvanlar tarafından yenilme tehdidi altında bulundukları zaman meydana geliyordu. Bitki kendisini, düşman hayvanlardan gizleyebilmek (kamuflaj) için renk değiştiriyordu. Oysa fritillaria delavayi için böyle bir tehdit yoktu.
Bilim insanları, artık ‘sarı olmayan sarı çiçeğin’ evrim geçirme nedenini sonunda buldular:
İnsandan korunmak için.
Geleneksel Çin tıbbında akciğer hastalıklarının sağaltımı için ilaç olarak kullanılan “fritillaria delavayi”yi, son yıllarda fiyatı çok artınca yerli halk, köküne kibrit suyu dökecek denli toplamaya başlamıştı. O garibim de kendi soyunu sürdürebilmek için evrimleşmişti. Ama, insan denen canavarla baş etmek kolay mı; onu yeni görünümüyle de keşfetmekte gecikmemişti işte!
SİVRİ BİBERİN PANİĞİ
Çin dağlarından Türkiye düzüne inelim…
Gözbebeğimiz gibi korumamız gerekirken çevreye zehir saçan madencilik sahalarına dönüştürülen ya da yerleşime açılan birinci derece tarım arazilerimizdeki ürünler, ‘korku içinde’! En çok da İzmir’in Bayındır ilçesinde, Küçük Menderes havzasında yetişen sivri biberinden lahanasına, domatesinden mandalinasına değin kış sebze ve meyveleri…
Çiftçiyi üretimden caydırıcı tüm olumsuzluklara karşın Bayındır’da neredeyse dört mevsim tarımsal üretim yapılıyor. Üretici hâlâ yılmadı, direniyor. Bayındır Ziraat Odası Meclis Başkanı Mümtaz Almışlar’ın deyişiyle burası, ‘bölge tarımının başkenti’. Ama, işte bu başkente sanki bomba konulması hazırlığı yapılıyor. Tarım arazilerinin üzerine, özel bir firma tarafından kum – çakıl ocağı ve yıkama, eleme tesisi kurulmak isteniyor. Başkan Almışlar, “Şu anda ÇED raporu aşamasındaki girişim sahipleri, istedikleri sonucu alırlarsa burada bir tek sebze meyve yetişmez.” diye uyarıyor.
Özellikle de bilim insanlarının, korona virüsüne karşı vücudumuzun bağışıklık dizgesini güçlendirmek için bol meyve sebze tüketmemizi önerdikleri bu günlerde başkanın ve Bayındırlı tarım üreticilerinin uyarılarına, yetkililerce kulak tıkanmayacağını umuyoruz.
Yoksa, aymazlığın yeni bir Çince (!) örneğine düşülmüş olur ki bu da yalnız halka değil, kutsal bildiğimiz birçok değere, hiç abartısız ‘kuşak sarkıtmak’ anlamına gelir:
“Vo bu pa ta…”
ARAPKİRLİ VE KARADAĞ’A ALKIŞ
Meslektaşlarımıza hep olumsuz eleştiri yöneltecek değiliz ya… Bu kez de medyanın deneyimli adları, Zafer Arapkirli ile Gökmen Karadağ’ı kutluyoruz.
Arapkirli, KRT’de çok başarılı izlenceler hazırlayıp sunuyor. Bunlardan biri, “Medya Terapi”. Arapkirli’nin akıcı, güzel bir Türkçesi var. Örneğin, ‘bir yeri daha önce görmüş olma veya bir olayı daha önce yaşamış olma duygusu’ anlamına gelen Fransızca “déjà vu” sözcüğünü, “dejavü” diye sanırız bir tek o doğru sesletiyor.
Arapkirli’nin yorumlarındaki düzey de çok iyi. Özellikle, yayına bağlanan uzman konuklarla kurduğu saygılı diyalog alkışa değer.
Bir alkış da Halk TV’de “Haberaktif Açıkça”yı hazırlayıp sunan Gökmen Karadağ’a. Güleryüzlü sunumu, yumuşak ses tonu, doğru Türkçesiyle ekranı dolduran Karadağ; “blok” (Fr. bloc) sözcüğünün ünlü harfle başlayan ek aldığında son sesinin yumuşamayacağını bilen, dolayısıyla da doğru sesleten başlıca spiker:
“bloku…”
Her iki iletişimcimize, üstün başarılarının devamını diliyoruz.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
İki bin beş yüz yıldır
“Her Türk asker doğar”dı.
Türbe yeşilini sevenler derneği
Haki renkten sıkıldı…
Atatürkçü apoletler söküldü,
Topkapı Sarayı’ndaki
Askerî okul bile yıkıldı.
1) Haydar Ediskun; “Türk Dilbilgisi”, Remzi Kitabevi, 7. Baskı, sayfa 17
2) Orhan Erinç; Cumhuriyet gazetesi, 18 Ağustos 2014