Okullar yaz dinlencesine girdi. Sabahın köründe uykulu gözlerle okul yoluna düşen çocuklar da mutlu, anne babalar da, çileli öğretmenlerimiz de.
Metro asansöründe, çocuğunun saçlarını sevgiyle okşayan anne, yanındaki kadına dönüp şöyle dedi:
– Dedesi, saçlarını bu kadar uzattığını görmesin!
– Çocuğa karışır mı?
– Hem de nasıl! Piyano kursuna yazdırdım, “Çocuğu soğan erkeği mi yapacaksınız?” diye kıyameti kopardı!
‘Soğan erkeği’ denince son günlerde dünyayı sevgiyle güldüren bir video görüntüsü canlandı gözümüzde. İleri Batı ülkelerinden birinde, iki buçuk yaşındaki bir kız çocuğu, bale gösterisi için çıkarıldığı sahnede, izleyici kalabalığını görünce kilitlenip kalmıştı. İri kıyım siyahî baba, kucağında diğer bebeğiyle sahneye fırlamış, hiç de kaba saba olmayan bale adımlarıyla minik kızını ‘havaya sokup’ durumu kurtarmıştı. İzleyenlerden en büyük alkışı da -bizim ‘kahredici’ çoğunluğumuza göre hiç kuşkusuz ‘soğan erkeği’ olan baba- almıştı.
HÜRMÜZ’E 7 KOCA?
Bu görüntüyü, görev gereği de olsa bizim RTÜK’çüler izlemişlerdir, umarız. Hani şu, özel bir Tv kanalına, düzenlediği yarışma izlencesinde yedi yaşındaki kız çocuklarının -bale bile değil- şortlu dans gösterisini yayımladığı için para cezası kesen arkadaşlar!
Dahası, aynı RTÜK, aynı yarışma izlencesinde Sadık Şendil’in “Yedi Kocalı Hürmüz” müzikalini yayımladı diye bu kanala yüklü bir para cezası daha verdi, anımsayacaksınız. RTÜK, “fetva”dan farksız ikinci ceza kararını, “Gökten yağmur gibi herif yağacak, kızlar şükredin Allah Baba’ya!” sözlerini de içeren El Hubb şarkısı nedeniyle aldı.
“Yedi Kocalı Hürmüz” bir “müzikal güldürü”. 2018 yılına gelinceye değin defalarca sahnelendi. En az iki kez de sinemaya uyarlandı; bunlardan ilkinde Türkan Şoray, üstün başarıyla karikatürleştirdiği unutulmaz bir Hürmüz karakteri çizmişti. Ama artık ne gülmeceye tahammül var ne de son derece çocuksu, masumane bir söylemle Tanrı’ya “Allah Baba” denilmesine!
ŞAKAYLA KARIŞIK
Yasakçı anlayış eğer çare olabilseydi bakın, hangi sorunlarımızın kolaylıkla üstesinden gelmiştik! Bayram tadında, şakayla karışık…
Onlarca yıldır on binlerce şehit verdiğimiz terörün kaynağı “Kürt Sorunu”ndan başlayalım:
Müzeyyen Senar’lardan, Safiye Ayla’lardan dinlediğimiz ünlü bir Rumeli türküsü vardı:
“Kürt Ali”
Türkü, TRT repertuarında “Gül Ali” olarak değiştirildi. Yıllardır yeni adıyla söyleniyor. Bu yasak, Kürt Sorunu’nun çözümüne eminiz katkı sağlamıştır!
KADINA ŞİDDET
Ya da kadına şiddeti mi önleyeceğiz? Şu türkü engeldir (!):
“Yavuz geliyor Yavuz da denizi yara yara / Kız seni alacağım da başına vura vura!“
Nitekim, türkünün TSK Armoni Mızıkası sürümü şöyle değiştirildi:
“… Biz düşmanı yeneriz de başına vura vura!“
Başına vurmak, hafif şiddet sayılabilir! Daha beteri, TSM’nin “fantezi” formundaki şu ünlü Muhayyer Kürdi şarkısında:
“… İste kölen olayım / İstersen öldür beni / Başkasını seversen / İnan yaşatmam seni!”
Sadomazoşist toplum kesimlerimizi sağaltmanın, bu şarkıyı yasaklamaktan başka yolu olabilir mi (!)..
“… ORUÇ MUSAN?”
Asla, din odaklı iktidara yaranma amaçlı olmayan (!) yasak / sansür örneklerimizden biri de şu eski Erzurum türküsüne ait:
“… Ayakların yan basir / Yoksa sen sarhoş musan?”
Türkünün TRT’ce birkaç ay önce sansürlenmiş hâli:
“… Yoksa sen oruç musan?”
Şimdi, bu türküyü yeni sözleriyle dinleyen akşamcı, kadehi fırlatmayıp da ne yapsın! Yanlış anlamayın, TRT ekranına değil, çöpe; at şişeyi dön köşeyi!..
Ya da söz gelimi, arı kovanından farksız Orta Doğu çomaklanarak ülkemize doldurulan 3,5 milyon Suriyeli, iç barışımız için ciddi bir tehdit midir? Evet, tehdittir. Üstelik, Afrin’den yeni bir Suriyeli göçü dalgası ile durumun daha da vahimleşmesinden korkulmaktadır.
Öyleyse şu türkü zinhar, hiçbir yerle çaldırılıp söyletilmeye!
“Bahçede havuz / Etrafı yavuz / Elimizde billur şişe / Mezemiz karpuz / Arabım Fellahi / Severim vallahi / Çekerim silahi / Vururum vallahi!..”
Çözümlerimizi, şahlanan refah düzeyimizin göstergesi buzdolabından çıkardık; her türlü olumsuzluğu hemen gidermek için her an servise hazırdır!
Bilimmiş, sanatmış, özgürlükmüş, çağcıllıkmış, hoşgörüymüş… diye soğan erkeği gibi kıvırtanlara ise sakın itibar etmeyin (!)..
Bayramınız kutlu olsun.
“BİZİM GAZETE”DEN VEDA
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), gündelik Bizim Gazete‘sinin yayın yaşamına, geçen cumartesi günü son verdi. Bu gazetede, 2002’den beri 16 yıl boyunca her hafta CeTVel başlıklı köşe yazıları yazdık. Çeşitli medya kuruluşlarının yanı sıra İstanbul Üniversitesi (İÜ) İletişim Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalıştığımız on yıl süresince de aksatmadığımız bu yazılarımızın toplamı 776′yı buldu. Geçen hafta, 7 Haziran 2018 Perşembe günkü son yazımızın başlığı, Bizim Gazete’nin kapanma nedenini de açıklıyor gibiydi: “Gazetecilik Ağır Suç”. Nitekim, TGC Genel Başkanı Turgay Olcayto, yönetimin aldığı kapanış kararını gazetenin veda sayısında duyururken şöyle dedi:
“… Gönül, Bizim Gazete’nin daha nitelikli bir biçimde yaşamını sürdürmesini isterdi. Ne ki, yaşanan dönem buna olanak vermiyor. Eleştirel gazeteciliğin yapılmadığı, nesnel haberciliğin yerine getirilemediği, düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılamadığı, sansürün ve otosansürün yaygınlaştığı ortamlarda saygın gazetecilik yapmanın olanakları ortadan kalkıyor.”
Umarız, bu karanlık dönem en kısa zamanda sona erer de medyamız rahat bir nefes alır.
Bizim Gazete‘ye emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Çıksam damına da sallasam avizeni / Ampullerin dökülüverecek Gecekondu! (Oktay Rifat’tan esinle.)