Güneşi özlemişiz.
Kararsız mart, aydınlıkta karar kılmış görünüyor.
Günler artık göz alan, kıpır kıpır bir saydamlıkla başlıyor.
Karanlık kötüdür; kuşku yüklü belirsizlikler içerir.
Divan Edebiyatı şairleri, “siyah”ı belki de bu nedenle “küfür”le eş anlamlı saydılar.
Şeriat düzeninde, caize (bahşiş) koparabilmek için hünkârın nabzına uygun şerbet verme çırpınışıyla da olsa… Fuzuli, bir güzele şöyle sesleniyor:
“Küfr-i zülfün salalı rahneler imanımıza
Kâfir ağlar bizim ahval-i perişanımıza…”
(Saçının siyah teli görününce imanımızda gedik açıldı, bu yüzden düşman bile bizim perişan hâllerimize ağlıyor.)
ANADİLİNE ÖZEN
İleri Batı’nın da bir dönem bizdeki “siyah”ta olduğu gibi, anlam genişlemesine uğrayan sözcükleri var. Örneğin Fransızlar, uygarlaşmamış, ilkel kavim ve topluluklariçin kullandıkları “barbar”a bir anlam daha yüklemişler.
Sıkı durun:
Bir sözcüğü; onun fonetik (sesçil) ya da morfolojik (yapıbilimsel) özelliğine uymayarak yanlış kullanmaya “BARBARİZM” diyorlar.
Fransızların anadiline, bir başka deyişle kültür pınarındaki bengisuyu arı, duru tutmaya verdikleri önemin göstergesi bu.
Herhangi bir Türk tv kanalının karşısına Fransız’ın dil duyarlılığıyla geçtiğimizi düşünebiliyor musunuz?
İşte, saç baş yoldurtacak sadece birkaç “barbarizm” örneği:
Kimi siyasal partilerimiz, bu ay sonunda yapılacak yerel seçimler için “ittifak”a gittiler. Dolayısıyla da medya haberlerinde, günde en az onlarca kez kullanılan bir sözcük bu. ‘Anlaşma, uyuşma, bağlaşma’ anlamlarındaki Arapça kökenli “ittifak”ın,ünlü harfle başlayan ek aldığında sondan bir önceki hecesi uzun okunur. Doğru sesletim: ittifaakı, ittifaaka, ittifaakın…
Bir tv kanalının hemen her gece ekrana çıkan en üst düzeydeki yetkilisi, bu kuralı bilmiyor ve sözcüğü ek almış hâliyle de dümdüz okuyor.
Dahası, aynı kişi ‘kalın l’ ile “laf” diyebiliyor! Yine ‘kalın l’ ile “Talat” da…
Sözcük ve hece vurgularını da öğrenmemiş; örneğin, “on bir milyon” derken ‘on’ yerine, ‘bir’i vurguluyor.
Aslında düzgün habercilik yapılan bu kanalda, vtr’den pes sesini işittiğimiz bir erkek sunucunun sesletimleri de korkunç; söz gelimi, “psikolojik” diyecekken ilk hecenin üstüne basa basa “piskolojik” diyor.
HAK ETMEK / HAKKETMEK
Bir başka kanalın, haftanın beş günü ekrana çıkan deneyimli kadın sunucusu, 5 Mart 2019 günü belediye başkan adaylarından biriyle söyleşirken dayanamayıp yorum yapıyor:
– Bu kent sizi hakkediyor, siz de bu kenti hakkediyorsunuz.
Hanımefendi, “hakketmek”; maden ya da ahşap üzerine resim veya yazı oymak, demek.
Bir şeye layık olmak, anlamlarındaki eylem ise ‘tek k’ ile yazılıp söylenen “hak etmek”.
Aynı kanalın üst düzey yöneticilerinden bir erkek de kendi hazırlayıp sunduğu izlencenin ilk dakikalarında yayında bir ses sorunu yaşandığı için özür anlamında şu sözleri söylüyor:
– Bizim izleyicilerimiz cefakârdır.
Farsça “-kâr” son eki, ulandığı sözcüklere ‘yapan, eden’ anlamları yükler; “hizmetkâr”(hizmet eden), “bestekâr” (beste yapan), “vefakâr” (sevgisini kalıcı olarak veren)…
“Cefakâr” ise izleyicilere söylenmek istenilenin tam tersine, “acı çektiren, eziyet eden” demek.
Buradaki doğru sözcük, “katlanan” manasındaki Farsça “-keş” son ekiyle yapılan“cefakeş”tir (cefa çeken, sıkıntıya katlanan).
Zaten bu Osmanlıca sözcükler, başımızın derdi!..
Düşün (fikir) gazetelerimizden birinde 9 Mart günü, geçen hafta vefat eden değerli gazeteci Ertuğrul Akbay‘ın cenaze törenine ilişkin haberde şöyle deniliyordu:
“… cuma namazına müteakip kılınan cenaze namazı sonrası…”
Arapça kökenli “müteakip”; izleyen, ardı sıra, anlamlarına gelir. Osmanlıcada ısrarlıysanız “…namazına…” değil, “namazını müteakip” diyeceksiniz. Ya da Türkçeyi yeğleyip dil yanlışı yapma olasılığınızı azaltacaksınız:
“…cuma namazının ardından kılınan cenaze namazı sonrası…”
Yine Arapça kökenli olup ‘beğenme, beğendiğini belirtme, değer biçme’ anlamlarındaki “takdir” sözcüğünü de yanlış yazanlarımız var.
7 Mart günü bir tv kanalımız, CHP’nin İstanbul Belediye başkanı adayı İmamoğlu’nun kent esnafıyla buluşması haberini veriyordu. Halktan birinin sözleri, ekrana şöyle yazıldı:
“… kazandığı taktirde…”
“Takdir”in ‘d’sini ‘t’ yaparsanız bu sözcük (taktir); “damıtma” anlamına gelir.
‘TÜM’ VE ‘BÜTÜN’ FARKI
Bir tv kanalının ana haber bülteninden öğrendiğimize göre, DİSK Genel SekreteriArzu Çerkezoğlu, CHP milletvekili Kâni Beko’nun bir demecindeki sözlerini eleştirmiş. “Kâni” erkek adı, ‘k’ harfi ince ve ilk hecesi uzun sesletilir; “kââni”.
Kanalın anlı şanlı ‘anchorman’i, haberi verirken tam beş kez “Kâni”yi ilk heceyi uzatarak ama ‘kalın k’ ile söyledi.
Ayıp!..
Tv’cilerimiz bir de “tüm” ve “bütün” sözcüklerini, eş anlamlı sanıyorlar.
Bir kanalımızın 3 Mart’taki tartışma izlencesinde, ABD ve Kuzey Kore liderlerinin katıldığı doruk toplantısı konu edilirken şu başlık (KJ) atıldı:
– Tüm dünyada merakla beklenen zirvede…
Bir başka kanalın, yine yukarıda sözünün ettiğimiz ünlü ‘anchorman’i, 17 Mart’ta‘tüm dünyanın Göbeklitepe belgeselini izleyeceğini’ söylüyordu.
Her iki haberde de “tüm dünya” yerine, “bütün dünya” denilmeliydi.
Çünkü “tüm”; ‘belli sayıda’nın karşıtıdır. (Doğru örnek: Tüm dinleyiciler, salonda hazırdı.)
“Bütün” ise ‘bir ya da birkaç parça’nın karşıtı. (Doğru örnek: Adam, oturup bir bütün ekmeği yedi”.)
Yapmayın!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Mart-aval!
At atabildiğin kadar
Kalede cehalet var!