ALTI ÇOCUK, ÜÇ HAYAT

Denize yağmur yağarken güneş açtı.

Bütün doğa, aynı anda iki duyguyu yaşayan güzel bir çocuk şimdi.

Çocuğun ışıltılı esmer gülüşüne, yeşil gözlerinden akan sicim gibi gözyaşlarının parıltısı karışıyor. Denizin rengi, kıyıda su yeşili çünkü. Açıklarda ise önce tirşeye, sonra lacivert renk kuşakları içeren Çin mavisine dönüşüyor.

Bu hoş imgelemdeki esmer güzeli, koyu yeşil bakışlı çocuğun, biraz sonra ete kemiğe bürünmesi bizim için daha da şaşırtıcı olacak.

Kıyı boyunca yürüyerek gittiğimiz iletişim mağazasında, küçücük bir  avuç açılıyor önümüzde. Taş çatlasa dört yaşında, dilenci bir çocuğun eli bu. Kafasında beyaz dantel bir takke. Belli ki dindar kıyafetle daha çok sadaka toplayabileceği öngörülmüş ya da deneyimle öğrenilmiş.

Dışarıya çıktığımızda aynı çocuğu, kaldırımdaki ağacın dibine oturmuş annesi ve iki kardeşiyle birlikte görüyoruz. Öteki küçükler de üç beş yaşlarında erkek ve onlar da beyaz dantel takkeli.

Büyük olasılıkla Suriyeliler.

CANETTİ’NİN FAS’I GİBİ

1981 Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Elias Canetti‘nin (1905 – 1994) önemli bir anı romanı, “Marakeş’te Sesler” (1).

Canetti, bölgemizin yabancısı değil. O bir Balkanlı ‘komşu’; Bulgaristan Rusçuk doğumlu bir Yahudi ailenin oğlu.

Kuzey Afrika gezisi sırasında gittiği Fas’ın Marakeş kentindeki dilenci yoğunluğu çok sarsmış, Elias Canetti‘yi: (2)

“Fas’ta en sık yaşadığım, benim için hepsinden çarpıcı, etkisi hepsinden uzun süren bir yaşantının yani körler yaşantısının karşısına bu sözcükle (Allah) donanmış olarak çıktım.

… Bütün dilenciler, Allah’ın adını sunar size, verdiğiniz sadakayla bu ad üzerinde sizi de hak sahibi kılar.

 Cennete yoksulların, varlıklılardan beş yüz yıl önce gireceği söylenir. Verilecek her sadakayla cennetlerinden her gün birazı satın alınır yoksullardan.”

Canetti’nin en can yakıcı deneyimlerinden biri de (3), sanki aşevi camlarına gizli tutkalla yapışan Faslı aç cocukların, fuhuşa sürüklenmesi… Marakeş’te  gittiği aşevinin sahibi, bir kız çocuğunu para karşılığı nasıl ‘ayarttıklarını’, üstelik verdikleri parayı da ondan çaldıklarını kahkahalarla dile getirirken yazar, insanlığından utanıyor:

“Anlattıkları iftira olsun, gerçek olsun, dilenci kızlar öyle ya da böyle yapıyor olsun, (aşevi sahibi) onların çok altında bir düzeyde bulunuyordu şimdi. Dilerdim ki adam bir çeşit cezaya çarptırılsın da çocukların şefaatine (4) muhtaç duruma düşsün.”

ADAM OLACAK ÇOCUK

Elias Canetti’nin Marakeş’ini bırakıp İstanbul’a dönelim…

Bir başka gün, alışveriş ettiğimiz markette yine çocuk eli uzanıyor önümüze. Yedi sekiz yaşlarında var yok, gözlerinden zekâ fışkıran bir oğlan, kâğıt mendil uzatıyor:

— Mendil alır mısınız?

Cüzdanımızdaki beş altı lira bozuk parayı eline boca ediyoruz, çocuğun:

— Mendil kalabilir. Başkasına satarsın.

Ama o, ısrarcı. Biz geri çevirdikçe peşimizden seğirtip mendili alışveriş torbamızın içine atıveriyor. Sonra da gözden kayboluyor.

Marketin kasasında hesabı öderken kasiyere ağzımızdan şu sözler dökülüyor:

— Mendili sizden almadım, dilenci çocuk bıraktı.

Aynı anda söylediğimizden utanıyoruz. O bir dilenci değil ki?

Marketten çıktığımızda kendisini yakından tanımak için bu kişilik sahibi, onurlu çocuğu arıyor, bulamıyoruz.

VETERİNER ADAYI: ‘KÖPEK HARAM’

Bu kez de şehir hastanesi adı verilen sağlık kuruluşlarından birinin göz kliniğindeyiz. Sıraya girip ışıklı tabelada adımızı görmeyi beklerken elektrikler kesiliyor. Jeneratör hemen devreye giriyor ama bu kez ışıklı tabela çalışmadığı için hasta sırası karışır gibi oluyor.

Sıranın dışındaki genç çiftten kara sakallı erkek, fırsat bu fırsat, doktora ulaşmak için birkaç kez yekiniyor. Ama, her defasında, doktor tarafından yüz geri ediliyor.

Bekleyenlerin hemen hepsi orta yaşın üzerinde ve çoğu glokom (göz tansiyonu) hastası. Gayet sağlıklı görünen genç çiftten kadının ise gözündeki arpacığı aldırmış olduğunu, konuşmalarından anlıyoruz.

Çiftin beraberinde bir de güler yüzlü, sevimli kız çocukları var. Sıradaki kadınlardan biri, çocukla iletişim kuruyor:

— Adın ne senin?

— …

— Ne güzel adın varmış. Kaçıncı sınıftasın?

— Üçe gidiyorum.

— Ne olacaksın?

— Veteriner.

— Aaa… harika! Peki, evde hayvan besliyor musun?

— Evet, kuşum var.

— Kuş kolay. Bence sen kedi besle.

— Annem istemiyor.

— Peki ya köpek?

Çocuğun bu soruya verdiği yanıt, hepimizin üzerinde soğuk duş etkisi yaratıyor:

— Bize haram.

Kadın, “Yaa… öyle mi?” diyerek başını hemen öbür yana çeviriyor.

Genç anneye bakıyoruz, yüzünde çocuğunun yanıtını destekleyen bir gülümseme. Babanın ise bir an önce doktora ulaşıp sonra da oradan sıvışmak dışında hiçbir şey umurunda değil sanki.

SORULAR, SORULAR…

Ne söyleyelim?

Yaşadığımız coğrafyanın çocuklar için elverişli olmadığını mı?

Coğrafyanın suçu ne?

Ülke yönetenler; tarihin, toplumbilimin, eğitim biliminin, ekonominin… gerçeklerine sırt çevirdikçe her gün biraz daha yoksullaşacak olan kâğıt mendilci çocuk, onurunu nereye kadar koruyabilecek?

Annelerinin başlarına takke örüp dilenci yaptığı Suriyeli çocukların ülkemizde şimdiden yüzde dördü bulduğu söylenen oranı, yarın yüzde kaça varacak?

Veteriner olma düşlemiyle ‘köpek haram’ çelişkisini birlikte yaşayan küçük kız; Mavi Gezegen’hayvan dostlarımızla paylaşmamız yolundaki olmazsa olmaz gerekliliğin de belletileceği çağcıl bir eğitim dizgesiyle okutulacak mı? Yoksa çocuk yaşta başgöz edilip çocuklarına, yalnızca ailesinin kendisine öğrettiklerini mi öğretecek?..

‘Akıl baliğ’ hepimizin bu sorulara kafa yorup çocuklara avuç açtırmamak için kendi alanımız her neyse o açıdan elimizi taşın altına koyma zamanı geldi de geçiyor bile.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Yasakçı RTÜK; ‘doğru habercilik / saygın yorumculuk’ yapılan tv kanallarından gözlerini ayıramıyor. Her birine, ipe sapa gelmez nedenlerle ceza yağdırıyor.

Öte yandan örneğin, her gün yinelendiği için halkımızın dilinde yer etmesi olası görsel – işitsel reklamların sloganlarındaki dil yanlışlarına da dikkat etseler çok iyi olacak. Tabii, aralarında bu konuyu bilen, dolayısıyla da ayırdına varacak kimse bulunuyorsa…

* Tv’lerde her gün belki yüz kez yayımlanan bir süt ürününün reklam sloganı:

“İçtikçe iyi hissedeceksiniz.”

Öz Türkçesi “duyumsamak” olan (Arapça “his” + Türkçe “etmek” yardımcı eylemiyle yapılan) “hissetmek”,  geçişli bir eylemdir.

Yani, nesne alır. Bu eylemle kuracağınız bir tümce, “ne, neyi” ya da “kim, kimi” sorusunun yanıtını içermelidir.

Doğru örnekler:

“Soğuğu hissediyorum.”

“(İçerisi karanlık ama) Ayşe’yi hissediyorum.”

Dolayısıyla da söz konusu reklam sloganı şöyle olmalı:

“İçtikçe ‘kendinizi’ iyi hissedeceksiniz.”

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Çocuk tecavüzlerinde

Küçüğün kendi rızasından

Dem vuran Adalet Bakanı;

Nerede, gören bilen var mı?

O sanki adalet ‘bıkanı’ !..

 

1) Elias Canetti; “Marakeş’te Sesler”, Cem Yayınları, çeviren. Kamuran Şipal

2) A.g.y. sayfa 23 -24- 25

3) A.g.y. sayfa 87 – 88 – 89

4) Şefaat: Birinin suçunun bağışlanması ya da bir dileğinin yerine getirilmesi için o kimseyle Tanrı arasında Peygamber’in yaptığı aracılık.