.
Dünyada kalıcı izler bırakan büyük insanların yaşamında, ‘delilikle dâhilik’ arasındaki ‘bıçak sırtı ayrım’ hep konuşulur.
İçinde deha kıvılcımıyla doğup da küçük yaşta öksüz veya yetim kalmanın, bilimsel / kültürel / sanatsal kişilikler üzerindeki ortak etkilerinden söz edildiğine ise pek tanık olmadık.
Onların, göz kamaştıran parlak birer mücevhere dönüşmesi; Vietnam’ın kurucu babası, şair Ho Şi Minh’in (1890 – 1969) dizelerindeki gibi, ‘acıların dibeğinde’ dövülmeleriyle gerçekleşmiştir belki:
“Kim bilir nasıl eziyet çeker pirinç, dibekte dövülürken!
Fakat pamuk gibi apak, darbeleri yedikçe tane tane çıkar ortaya.
Bu dünyada da aynı şey gelir çoğu kez insanların başına.
Kötü yazgının tezgâhında, dönüşür onlar da parlak yeşim taşına.” (1)
.
LEİBNİZ’DEN MAUGHAM’A
.
* Alman matematikçi, düşünür Leibniz (1646 – 1716), babası öldüğünde altı yaşındaydı. Başta, Platon felsefesi olmak üzere okuyarak kendini eğitti. 15 yaşında Leipzig Üniversitesine kabul edildi. Fransız bilgin Pascal’in bulduğu hesap makinesine çarpmayı ekledi. Siyaset bilimine el attı; “Siyaset tıpkı hekimlik gibi, ahlak gibi yararlıdır, uygulama bilimidir, yaşamı kolaylaştırma bilimidir. Yöneticinin mutluluğu kendini, yönettiği insanlara adamasındadır.” dedi. (2)
* İngiliz yazar Somerset Maugham (1874 – 1965), 10 yaşındayken beş kardeşiyle birlikte yetim kaldı . Amcası sayesinde tıp öğrenimi gördü. Londra’nın kenar semtlerinde ‘yoksul dostu’ hekimlik yaptı. Sonra yazar olmayı seçti. “Yaşamın Esiriyiz” romanında ‘bir tıp öğrencisinin acılarla dolu hayatın içinde olgunlaşmasını’ (3) anlatır. Londra’da dört ayrı oyunu birden aynı günlerde sahnelendi. Dünyayı dolaştı, adı “Büyük Gezgin”e çıktı. Yapıtlarının ‘bir solukta’ okunmasını sağlayan olağanüstü ‘kurgu ustalığı’ bizce bugün bile aşılamamıştır.
.
NERVAL, HÖLDERLİN, STENDHAL
.
* Fransız şair Gérard de Nerval (1808 – 1855) bir askerî doktorun oğluydu. Savaş yıllarında babası ve annesiyle beraber minik Gérard da cephenin hemen gerisindeydi. 25 yaşındaki anne, o zorlu koşullara katlanamayıp öldü. Nerval, öksüz kaldığında iki yaşındaydı. Annesinin bir yakınına ait kırsal kesimdeki eve gönderildi. Büyüyünce babasının isteğiyle başladığı tıp öğrenimini sürdürmeyip şair ve yazar olmayı yeğledi. Marcel Proust’a göre, Nerval bir dâhi. Onun yazın’daki itici gücü, iki yaşındayken ölen, geride bir fotoğrafı bile kalmayan annesiydi. “… Derin mutsuzluk bir zaman / Gülerdi bakışınızda… / Sönen ateşi yeniden / Gökyüzünden yaksanız ya!” (Türkçesi: Erdoğan Alkan)
* Alman şair Hölderlin (1770 – 1842) klasik çağın ve romantizmin en önemli temsilcilerinden. Şairin, iki yaşındayken öz babası, dokuzundayken de çok sevdiği üvey babası öldü. İsmet Zeki Eyüboğlu’nun deyişiyle (4) ‘üzüntünün şairi olan Hölderlin, bir bakıma bizim Fuzuli’yi andırır’. “… Çabuk sağalmaz bu sevgi acım benim, / Söylemez hiçbir umut şarkısı bu, avunan / Ölümlülerin söylediği gibi gönülden bana…” (Türkçesi: Oruç Aruoba)
* Fransız romancı Stendhal’in de (1783 – 1842) yedi yaşındayken annesi vefat etti. Öğrenciliğinde yazın (edebiyat) yaşamına başladı. Bizde daha çok “Kırmızı ve Siyah” romanıyla tanınır. Belki her birinde annesini aradığı kadınlarla yoğun bir aşk trafiği yaşadı. Frengiden öldü. Dinsel törenle gömülmek istemediyse de vasiyetine uyulmadı. Paris’in Montmartre Mezarlığı’ndaki mezar taşında şu üç sözcük yer alıyor: “Yazdı, sevdi, yaşadı”.
..
AHMET RASİM’İN ‘EKMEĞİ’
.
* Yazınımızın ustalarından Ahmet Rasim (1865 – 1932) de yetim sayılır. Unvanları kartvizite sığmayan babası, Menteşeoğulları’ndan Kıbrıslı Bahaeddin Efendi, anne Nevbahar Hanımı hamileyken terk etti. Ahmet Rasim -‘kimsesizlerin kimsesi’ sözünü politikacı palavrası olmaktan çıkaran kurum- Darüşşafaka’da öğrenim gördü, ünlü bir gazeteci / yazar oldu. Makaleler, şiir, öykü ve romanlar, ders kitapları yazdı. Ama, geçimini rahatça sürdüreceği olanaklara bir türlü kavuşamadı. Değer bilir Atatürk, elinden tutana değin…
*Ahmet Rasim, bir gün Ankara’da dolaşıyordu. Atatürk’ün yakın çevresinden Siirt Milletvekili İsmail Müştak Mayakon’a (1882 – 1938) rastladı. Mayakon, “Sizi hangi rüzgâr attı? Bir emriniz var mı?” diye sordu. Yazar, esprili bir dille “Fırıncıların ekmeği yuvarlak yapmaları yüzünden buralardayım.” dedi. Mayakon’un önce anlam veremediği sözlerini şöyle sürdürdü: “Fırından bir ekmek alayım, dedim. Ekmek elimden düşüp yuvarlanmaya başladı. Ben de arkasından Ankara’ya kadar koştum, onu arıyorum.”
.
ATATÜRK’ÜN TEPKİSİ
.
* Mayakon, bu konuşmayı aynı akşam Çankaya’da Atatürk’e aktardı. Ata sordu: “Ona siz ne cevap verdiniz?” Mayakon suskun kalınca bu kez sesini yükseltti: “Türk kültürüne yarım yüzyıl hizmet eden bir zat, Ankara’da ekmek aradığını söylediği hâlde, neden yardım etmediniz?”
* O gece, Ata’nın buyruğuyla Ankara’daki oteller aranıp Ahmet Rasim Bey bulundu, O’nun huzuruna getirildi. Ata, yazarı ayakta karşıladı, masada yanına oturttu. Ardından ona şu öneride bulundu: “Boş bulunan İstanbul Milletvekilliğini lütfen kabul eder misiniz?” Ayağa kalkan Ahmet Rasim’in ağzından şu sözler döküldü: “Şimdi anladım, ekmek gerçekten aslanın ağzındaymış!”
SON SÖZ: Mustafa Kemal de babası Ali Rıza Beyi kimi kaynaklara göre yedi, kimilerine göre dokuz yaşındayken sonsuzluğa uğurlamış bir yetimdi. İçinden geçtiği güç yaşam koşullarıyla ‘acıların dibeğinde’ tarihin en parlak yeşim taşına dönüştü. Savaş cephelerinde bile fırsat buldukça elinden düşürmediği kitap sayısı dört bini aşan, Anadolu Aydınlanmasının mimarı Atatürk, dünya lideri olmasının yanı sıra hiç kuşkusuz bir kültür insanıydı.
Bizler de işte o ‘dâhi’ Atatürk’ün yetimleriyiz.
Genlerimiz sağlıklıdır.
O’nun kalıtına, bütün varlığımızla sahip çıkmak boynumuzun borcudur.
Seçim eğik düzleminde, O’ndan öç alma saplantısıyla her gün biraz daha fazla ‘langırdayan boş fıçılar’dan korkacağımızı, çekineceğimizi bekleyenler yanılır.
Koyu bir dinsel bağnazlık karanlığında boğmak istedikleri ‘Atatürk Cumhuriyeti ruhu’nu dipdiri ayakta tutacağız.
“Övünerek, çalışarak, güvenerek…”
(NOT: Yazımızı tamamlayıp YeniGün’e göndermeye hazırlanırken Akdeniz ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizi etkileyen şiddetli bir depremin acısıyla sarsıldık. Kahramanmaraş merkezli 7,6 ve 7,7 büyüklüğündeki iki depremde ölen yurttaşlarımıza Tanrı’dan rahmet, yaralılara acil şifa diliyoruz. Ulusça başımız sağ olsun.)
.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
.
Boğaz’ımıza çökmüş
Dev bayraklı kefere! (*)
Seçim tiyatromuzda,
Yine “Kükreyen Fare”.
(*) Kefere: Kâfirler.
.
1) “Seçme Şiirler”, Türkçesi: Ali Cengizkan, Yön Yayıncılık
2) Leibniz; “Metafizik Üzerine Konuşma”, Çağdaş Yayıncılık, Türkçesi: Afşar Timuçin, sayfa 60 – 61
3) Somerset Maugham; “Pasifik Öyküleri”, Çağdaş Yayıncılık, Türkçesi: Bekir Karaoğlu, sayfa 10
4) Hölderlin; “Empedokles”, Cumhuriyet gazetesi yayını, Türkçesi: İsmet Zeki Eyüboğlu, sayfa 10
.
MEHMETÇİĞİN ‘ŞEFKAT ELİ’ NEREDE?..
.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ulusumuzun göğsünde iftiharla taşıdığı ‘yeşim taşı’. Her afette, acıların dindirilmesinde en etkin rolü oynuyordu. Sonra, bu konudaki EMASYA (Emniyet- Asayiş- Yardımlaşma) Protokolü adı verilen resmî düzenleme nedense kaldırıldı. Mehmetçiği, önce çoğu karanlık ellerce çıkarılan orman yangınlarının söndürülmesinde görememeye başladık. Şimdi de 6 Şubat 2023 deprem felaketinin en kritik ilk iki gününde yeterince devreye sokulmadı. 10 ilimizde çöken binlerce binadan depremzede kurtarma çalışmalarına zamanında katılamadı; dondurucu ayazda aç susuz, barınaksız mağdurlar için sahra mutfakları, yaralılar için sahra hastaneleri kuramadı; istihkâm birlikleri, geçit vermeyen kırık yolları onarıp, kardan temizleyip, yardım getiren araçların ulaşımına açamadı; uçan cankurtaranlar dâhil hava araçlarını kullanamadı… Ve ne acıdır ki Mehmetçiğin ‘şefkat eli’ni adeta iten devlet, enkaz altında kaldı.
.