“Yeni Roman” akımının öncülerinden Fransız yazar / sinema yönetmeni Alain Robbe – Grillet’nin (1922 – 2008) evinde televizyon yokmuş. Apartman kapıcısı bu duruma inanmakta güçlük çekmiş. Enis Batur’un aktardığı öykünceye (anekdot) göre kapıcı, Grillet’ye sormuş:
– Eee peki siz nasıl televizyon seyrediyorsunuz?..
İleri Batı ülkesi Fransa’da da sıradan insanların Tv izlememek gibi bir seçenekleri yok demek ki!
Ama yine de bu alanda bizim üstünlüğümüzü kabul etseler iyi olur! Tv kanallarımız özellikle yaz dinlencesine girdiğinden beri her gece en az bir kanalda Kemal Sunal filmi oynatılıyor. Ve sinema işletmecisi diliyle “500. zafer gösterimi!” olsa bile bu filmlerin izlenme oranları hep doruklarda!
KÖTÜLÜK MÜ?
Bir kadın gazete yazarı, geçen hafta sosyal medyada Kemal Sunal (1944 – 2000) filmlerini,“Bu ülkeye yapılmış büyük bir kötülük. Bu filmler resmen insanın zekâsına hakaret!”diye nitelendirdi, biliyorsunuz. Ardından, sözlerinin çok tepki çekeceğini öngörerek şunları ekledi:
“Linç için hazırım ama doğrusu bu, beğenmeseniz de…”
Kemal Sunal filmlerinin “ülkeye yapılmış büyük bir kötülük” olduğunu söylemek, bizce çok sert ve haksız bir eleştiri.
Toplumlar, kimi dönemlerden geçerken iç basıncı alabildiğine yükselen bir buhar kazanına benzer. Kazan basıncının normal değerlerde olması, kitlelerin dinamiğidir; toplumu yönetenlere, her kesimden bireylerin istemlerini, eleştirilerini dikkate alma, hakkını hukukunu koruma zorunluluğunu duyumsatır.
Ama, kimi zaman da buhar kazanının supabını biraz gevşetmek kaçınılmaz olur.
SİNEMATERAPİ
Kemal Sunal, ilkini 1975’te Ertem Eğilmez’in (1929 – 1989) çektiği “Hababam Sınıfı”filmleriyle ünlendi. Türkiye, 12 Mart 1971 Muhtırası’nın hâlâ etkisi altındayken Kemal Sunal’lı, Münir Özkul’lu, Tarık Akan‘lı, Şener Şen’li, Ayşen Gruda’lı, Adile Naşit’li… o filmlerle gülmeyi anımsadı!
Ardından 12 Eylül 1980 Darbesi yaşandı. O karanlık yıllarda da Kemal Sunal’ın Atıf Yılmaz, Kartal Tibet, Memduh Ün, Şerif Gören, Zeki Ökten, Sinan Çetin‘in de aralarında bulunduğu birçok değerli yönetmenle çevirdiği komedi filmlerinin (Oğuz Aral’ın efsanevî gülmece dergisi Gırgır’la birlikte) Türk toplumu için bir tür “terapi” işlevi gördüğü söylenebilir.
Sunal, filmlerinde genellikle taşradan büyük kente göçmüş, ezik ve kimi zaman da Şark kurnazı tipleri canlandırdı. Onun kırk yılı aşkın zamandır eskimeyen bir “sinema fenomeni”olmasının arkasında, köy kökenli bir toplumun bireyleri olarak oynadığı karakterde kendimizi, kendi “Şabanlıklarımızı” bulmamızın, sanırız etkisi vardır. Ya da “Neyse ki ben onun kadar avanak değilim!” avuntusunun.
YAŞASIN GÜLMECE!
Sunal filmlerinde, elbette ciddi bir siyasal eleştiri olduğu söylenemez. Özellikle “Şaban”tiplemeli olanları, daha çok Geleneksel Türk Tiyatrosu’ndaki metinsiz, doğaçlama oynanan Ortaoyunu‘nun senaryoya dökülmüş hâli, sinema sürümü gibi bizce.
Komik-i Şehir Naşit Bey ya da İsmail Dümbüllü, kâhya adayına, yılda şu kadar ücret ödeyeceğini söyledikten sonra “Haaa! Bir de üstüne başına yapacağım!” deyince izleyiciler kahkahadan kırılırdı! Bilindiği gibi, birden fazla anlamı olan bir sözün, daha çok uzak anlamının kastedilmesiyle yapılan söz sanatına “tevriye” denir. Kâhyasına, repliğin ilk anlamıyla “yeni kıyafetler alma” vaadinde bulunan ortaoyuncunun, ikinci anlamıyla “Senin üstünü başını pisleteceğim!” iması, izleyicilerini güldürmeye yetiyordu.
Elbette günümüz izleyici profilindeki değişim de dikkat çekici. “Tevriye” sanatına artık pek gerek yok gibi; Kemal Sunal’ın bodoslama “Eşşoğlueşşek!” demesi, izleyenlerin kahkaha tufanı için yeterli oluyor!
Geldiğimiz noktada bizi asıl kaygılandıran ise masum, naif Kemal Sunal filmlerini bile “ülkeye yapılmış büyük bir kötülük” sayanların ve onların temsil ettiğine inandıkları kitlelerin, özünde gülmeceye karşı olmaları.
Çünkü gülmece, çok güçlü bir silah. Umberto Eco, “Gülün Adı” romanında, bir dönem Hristiyan bağnazların gülmece karşıtlığını hâttâ gülmeceden nasıl korktuklarını anlatıyor. Ama, unutmayalım ki Orta Çağ’da!
‘L’ ÖZÜRLÜ OLMAK
TELE -1, beğeniyle izlediğimiz bir Tv kanalı. Ancak, 8 Ağustos gecesi ekran karşısında keyfimiz kaçtı. Mehmet Ali Güller, sinema eleştirmeni Tunca Arslan’ı konuk ediyordu. Konu, bir kadın yazarın Kemal Sunal filmleri hakkındaki, yukarıda aktardığımız sert sözleriydi.
Aslında çok başarılı bir sunucu / yorumcu olan Güller, izlence boyunca Kemal’i belki yüz kez “kalın l” ile söyledi. Bu arada, Tunca Arslan’ın, “Eleştirmenleri Vurun” kitabından söz edip “sinemanın lanetlileri” derken de “lanet”i, “kalın l” ile okudu.
Tunca Arslan da ondan pek geri kalmadı; sinemaya yeni uyarlanan “Dört Köşeli Üçgen”kitabının yazarı “Salah Birsel”in “Salah”ını, “kalın l” ile telaffuz etti. Bununla da yetinmeyip “kelimesi kelimesine” anlamındaki Fransızca “mot à mot” (motamo, okunur) sıfatını; “motamot” diye yanlış söyledi.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Herkes gitti
Bütün gökyüzünü sana bıraktılar çocuk
Giderken yıldızları da götürmüşler diye üzülme
Hiçbiri bilmiyor ki ayışığını
Sırtındaki küfede gizleyip taşıdığını.