‘İÇİNDEN GÜNEŞ GEÇEN’ TÜRKÇE

Bizce dilimiz hakkında yazılmış en güzel dize, Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın:

“…Türkçem, benim ses bayrağım.”

YeniGün okurlarından anımsayanlar olabilir; on yıl kadar önce yurdumuza gelen genç bir İtalyan şarkıcı, Türkiye’nin bir “güneş ülkesi” olduğunu söyleyip sözlerine şu unutulmaz övgüyü eklemişti:

– Türkçeniz de öylesine güzel bir dil ki içinden güneş geçiyor sanki!

Konuk yabancı şarkıcı, sanırız dilimizi doğru konuşan kişilerle karşılaşmış.

Çünkü, “sözün ezgisi” diye bir kavram var. Konuşurken hepimiz, kullandığımız sözcüklerle bir tür beste yapar ve o besteyi seslendiririz. Eğer bestemiz güzel ve sesletimimiz  (telaffuz) doğruysa gerçekten de dinleyenlerin ruhunu ısıtan, ışıtan güneş ışınları etkisi yaptığını söylemek hiç de abartı olmaz.

“Sözün ezgisi”ni -neredeyse yarım yüzyıldır mensubu olduğumuz- medyada da görmek istiyoruz. Ama ne yazık ki ana haber bültenini izlemek üzere Tv karşısına geçtiğimiz her akşam düşlem kırıklığına uğruyoruz.

“HALASKÂR” DİYEMEMEK!

Söz gelimi, Şişli’deki İstanbul’un en büyük caddelerinden “Halaskâr Gazi Caddesi”nin adını doğru söyleyebilen Tv sunucusuna son yıllarda hiç rastlayamadık.

Arapça kökenli “halas” kurtuluş, demek. Bu sözcüğün “l”si ince okunur (Her ne kadar Sevan Nişanyan aksi görüşteyse de bk. Meydan Larousse, cilt 8, sayfa 343, ayrıca TDK Güncel Türkçe Sözlük). Farsça “-kâr” son eki de ulandığı sözcüğe, ‘bir işi yapan, eden’ ya da ‘bir şeyin sahibi olan’ anlamı kazandırır ki “k”si incedir. Dolayısıyla, kurtarıcı demek olan “halaskâr”ı, “ince l” ve “ince k” ile sesletmesi gereken sunucularımız (ya da sunamayıcılarımız!), ilk iki heceyi “kalas” der gibi okuyorlar. Bu bizce hoş görülemez bir kusurdur! Yalnız diksiyon açısından değil, söz konusu unvan, Atatürk’e verilmiş olduğu için… Millet Meclisi, 19 Eylül 1921 tarihli bir yasayla Mustafa Kemal’e ”Müşir” (Mareşal) rütbesi ile birlikte ”Gazi” unvanını vermiştir. Halkımız, Gazi‘ye Halaskâr‘ı eklemiştir. Bu arada, Büyük Önder‘in Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere Anadolu’ya gitmeden önce kaldığı evin (ki hâlen müzedir) bulunduğu caddeye de resmen “Halaskâr Gazi Caddesi”denmiştir.

Konuya ilişkin bir anımsatma da yazılı medyamıza: Caddenin adı, hemen tüm gazetelerimizde “Halaskârgazi” diye bitişik yazılıyor. Oysa bir kişinin adı ve unvanı, sadece ‘yönetsel yerleşim yerlerine’ verildiğinde bitişik yazılır. Doğru örnek: Bursa’nın ilçesi “Mustafakemalpaşa”. Ama bir caddeye, sokağa, okula… verilmişse özgün biçimini korur: “Namık Kemal Caddesi, Mehmet Akif  Ersoy Sokağı, Mustafa Necati İlköğretim Okulu…”

CAMİ – CAMİİ KARMAŞASI

Öte yandan, ad ve sıfat tamlamalarında “cami” sözcüğünün gerek yalın durumda gerek ‘tamlanan’ olarak kullanılırken çok sık yanlışa düşüldüğünü görüyoruz.

En ciddi fikir gazetelerimizden birinde, kentsel dönüşüm alanına giren bir cami yıkılırken yenisinin hizmete sokulduğu haberini okuduk. “Cami” sözcüğü, haber metninde de resimaltında da aynı yanlışla yer alıyordu:

“Yeni yapılan ‘camii’ geçen cuma günü ibadete açıldı.”

Yine, kimi gazetelerimiz ile Tv kanallarımızdaki haber başlıklarından (KJ) not aldığımız yanlış örnekler:

“Yeşil Camii (Bursa)”

“Eski Camii (Edirne)”

“Ulu Camii” (Divriği – Sivas)

Yukarıdaki “yeşil”, “eski” ve “ulu” sözcükleri birer sıfattır. “Cami” sözcüğü, ‘tamlanan’olduğu sıfat tamlamalarında iyelik eki almaz; yalın durumda kalır. Doğru yazım:

Yeşil Cami, Eski Cami, Ulu Cami…

Ancak, ad tamlamalarında ‘tamlanan’ durumunda ise iyelik eki alır:

Beyazıt Camii (Camisi), Sultan Ahmet Camii (Camisi), Selimiye Camii (Camisi)…

“İçinden güneş geçen” Türkçemize, harika kültür çiçekleri açtırtmak yerine, bilgi ve dikkat eksikliğimizin gölgelerini düşürmeyelim.

ÇOK YAŞA SİCİMOĞLU!

Genellikle insanlarımıza hak ettikleri değeri, ölümlerinden sonra vermek gibi kötü bir alışkanlığımız var. Muallim Naci, “Marifet iltifata tâbidir, müşterisiz meta zayidir.”demiş. Biz de Sezar’ın hakkını Sezar’a, yaşarken vermeliyiz.

Ayhan Sicimoğlu, son yıllarda gördüğümüz en etkileyici (karizmatik) televizyoncu.“Herkes sakız çiğner ama Çingene kızı tadını çıkarır.” atasözünün canlı kanıtı gibi. Gittiği ülke ve kentleri; mimari dokusundan mutfağına, tarihinden coğrafyasına, müziğinden yazınına (edebiyatına) değin kendine özgü içten bir dille tanıtıyor. Bu arada ilginç insan portreleriyle kurduğu ilişkilerin sıcaklığı ekranı aşıp izleyiciye ulaşıyor, Sicimoğlu’nun.

Aynı zamanda başarılı bir müzisyen (perküsyon ustası) olan Sicimoğlu’nu, kendine yakıştırdığı rengârenk giyimi, mükemmel beden dili, sürekli dans ediyormuş gibi yürüyüşü, dillere persenk olan “Hastasıyım!” sözüyle ekranlarda haklı bir ‘tiryakilik’ yarattığı için kutluyoruz.

 

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Dün gece karşıma
Aldım da kendimi
Konuştum açık açık
Olmuyor böyle, dedim
Söz verdi bana
Yemin bile etti
Bir daha severse
Aşk çarpsınmış!