19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı haftasını geride bıraktık.
Biz Türklerin, Ergenekon’dan çıkışımızdan beri, deyiş yerindeyse “başına gelen en güzey şey”, Mustafa Kemal Atatürk’ün tarih sahnesine çıkışıdır.
19 Mayıs 1919 tarihi de çökmüş, düşman çizmesi altında ezilen bir imparatorluktaki padişah kullarının, Atatürk önderliğinde önce yurdunu kurtarış, sonra da Batılı, onurlu, modern yurttaşlardan oluşan bir ulus olarak kuruluş öyküsüdür.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dizeleriyle (1):
“İşte ilk görünüşün Mustafa Kemal
Kaderin adamı der sana düşmanların.
Yeniden yazıldı gökyüzüne
Demir ellerinle kocaman bir yarın.”
.
19 MAYIS KAFASI, RUHU
.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan kadroda, Harekât Şubesi Müdürü Kurmay Albay (daha sonra milletvekili ve büyükelçi) Hüsrev Gerede de vardı. Gerede, anılarında şöyle diyor (2):
“… O eski Bandırma vapurumuzu İngilizler başta, müttefik işgal kuvvetleri Kavaklar’da durdurdular, (Mustafa Kemal) güverteye gelmişti. Durumu öğrenince bana baktı, güldü.
– Budalalar!.. Aradıkları şeye bak. Biz vatana cephane ve silah değil, kurtuluş kafası götürüyoruz. Silah ve cephaneyi elbette bulacağız, dedi.”
Evet, o görkemli bir ruhtu; 19 Mayıs ruhu.
Kurtuluş ve kuruluştan, çağının bile önündeki devrimleri yalnızca 15 yıla sığdırdıktan sonra bu ruha, bir Alman gazeteci de dikkat çekecekti. Almanya’da yayımlanan dönemin “Illustrierte” dergisinin 27 Ağustos 1936 tarihli sayısında, Atatürk’ten şöyle söz edilecekti (3):
“Kendisinin tarihî büyüklüğü, eseri olan yeni Türkiye’ye bakılarak bugünden ölçülebilir. Çelik gibi azim ve gayreti, uzağı gören akıl ve hikmetle birleşmiş olan bu gerçek halk önderi ve devlet adamı; Anadolu dağlarının en uzak ve ıssız köşesindeki köylere bile başka bir ruh aşılamıştır.”
.
BARIŞÇIL, SEVECEN LİDER
.
Atatürk’ün mucizevi başarılarının altında, barışçıl kişiliği de yatmaktadır. Kendi “yurtta barış, dünyada barış” ilkesini; Anadolu’da yakıcı Millî Mücadele ateşinin korları henüz sönmeden yeni Türkiye’nin yaşamına geçirmiştir.
Yine bir Alman gazetesi olan “Volkischer Beobachter”, Cumhuriyetimizin kurulduğu 1923 yılındaki bir yayınında şu yoruma yer verecektir:
“Atatürk Türkiye’yi tek düşmanı kalmaksızın bırakmıştır. Bu zamanımızın hiçbir devlet şefinin başaramadığıdır.”
Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş kişilerin O’nunla ilgili kimi anıları, parlak bir ışığın çevresinde dönen pervanelerin durumu gibi olabilir. Bu yüzden, yabancıların O’nun hakkında yazıp söyledikleri daha nesnel diye düşünülebilir.
İşte bu kez de bir Fransız, George Bennes, ülkesinde yayımlanan “Vu” gazetesinde, Atatürk’le yaptığı bir söyleşiyi, Büyük Önder’in ölümünden sonra şöyle aktarıyor (4):
“Kemal Atatürk’ün karakterinin bir cephesini göstermek itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire durdu:
– Görüyorsunuz ya, dedi. Birçok zafer kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.
Cesaret ve zekâsından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir şefin, yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?”
Son sözü hiç eğip bükmeden söyleyelim:
Uzunca bir süredir “gaflet (aymazlık), dalalet (sapkınlık)” yanı sıra “ihanet” içinde bulunduğumuz Atatürkümüze yani “yazgıların en güzeline” yeniden yüzümüzü dönmekten başka umarımızın olmadığını görelim artık.
.
DİL YANLIŞLARIMIZ
.
19 Mayıs sabahı, özel bir tv kanalında Samsun’daki resmî tören haberlerini izlerken kadın haber sunucusunun şu sözü kulağımızı tırmaladı:
– Kareografi…
Gece, kapanış haberlerini ise bir başka kanalda izledik. Bu kez bir başka kadın sunucunun aynı dil yanlışıyla irkildik:
– Kareografı…
Oysa bu sözcüğün, geometrik bir şekille (kare) ilgisi yok.
Dans, bale usul ve sanatı anlamlarındaki sözcük, bilindiği gibi “koreografi” (Fr. chorégraphie); bu tür sanatsal gösteriyi hazırlayan kişi de “koreograf”tır.
Fransızcadan dem vurmuşken sıklıkla rastladığımız şu dil yanlışına da değinelim:
– Antiparantez…
Doğrusu; ‘ayraç içinde’ demek olan “antrparantez” (Fr. entre – parenthèse).
Batı kökenli yabancı sözcüklerin yanı sıra Doğu kökenlileri de yanlış kullandığımız oluyor. Örneğin, bir kadın profesörümüz, Medya Okuryazarlığı dersinin millî eğitim müfredatına alındığını -nedense bir spor kanalında- anlatıyordu:
– Ortaokullarda, 6 – 7 ve 8’inci sınıflarda bir keze ‘mahsuben’ kondu.
Sayın profesörün birkaç kez üstüne basa basa söylediği Arapça kökenli “mahsuben; hesaba geçirilerek, alacağa sayılarak, hesabına sayılmak üzere” anlamlarında bir belirteç (zarf).
Kastettiği ise yine Arapça kökenli olup “özellikle” anlamına gelen “mahsusen” belirteci.
Bari sizler yapmayın, Hocam.
.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
.
Dokunulmazlığı
Kılıçdaroğlu’nun
Kalbinizde sızı mı?
Dokunulmamayı hak eden
İnek hırsızı mı?..
.
1) Fazıl Hüsnü Dağlarca; “Destanlarla Atatürk, 19 Mayıs Destanı”, Cumhuriyet Yayınları, sayfa 46
2) Cemal Kutay; Ardında Kalanlar, Cem Ofset, sayfa 127
4) a.g.web sitesi
.
.