‘AMOK KOŞUCUSU’ MEZOPOTAMYA’DA

Neredeyse her gün türlü kötülüklerle sınanan bir toplum olup çıktık.
Erzincan’ın İliç ilçesinde (13 Şubat 2024 günü) görülmedik bir maden faciası yaşandı. Fırat Nehri’nin iki kolundan Karasu Nehri ile Sabırlı Deresi’nin hemen yanı başındaki Çöpler (Köyü) Altın Madeni hafriyatından oluşan devasa ‘zehir dağı’, en az dokuz kişiyi yutarak vadiye kaydı; daha doğru bir deyişle ‘aktı’.
‘Liç’ alanı adı verilen, kim bilir kaç tonluk atık yığınının oturmalığına (Fr. soubassement) basit bir inşaat gereci olan membran döşeliymiş.
Siyanürle altın aranması, ileri Batı ülkelerinde yasak.
Çöpler Madeni’nde ise 2019 yılında siyanürlü üretim süreçlerine, sülfürik asitin de aralarında bulunduğu 39 çeşit kimyasal madde eklenmiş (1).
Buharlaşıp havaya karışan bunca zehrin, zaman içinde mebranı çürütüp toprağa da geçmiş olması, çok güçlü olasılık.
Topraktan, yeraltı suları aracılığıyla Fırat Nehri’ne, içme ve sulama sularıyla da bölgede üretilen sebzeye, meyveye yani halkımızın sofrasına…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bayraktar’ın, alelacele yapılan toprak ve su ölçümlerinden sonuç alındığı, zehir etkisinin görülmediği yolundaki açıklaması gerçeği yansıtsa bile bu duruma şimdilik kaydını düşmekte yarar var.

TEHLİKEYE VERGİ JESTİ!

Sermayesinin yüzde 80’i ABD – Kanada, yüzde 20’si ise sahipleri iktidara yakın bir Türk şirketine ait madencilik şirketi; ülkemizin her yerinde bitme noktasına getirilen tarım ve hayvancılıkla geçinme savaşımı veren İliç halkının ‘çaresizliğini satın almış’.
Böylesi de herhâlde yalnızca Türkiye’de olur:
Şirket, fay hattının üzerinde, maden arama sahası açabilmiş.
Bingöl-Yedisu fay hattının bir kolu, maden atık havuzunun tam altından geçiyor.
Nâzım Hikmet’e, “Erzincan’da bir kuş var / Kanadında gümüş yok.” dizelerini yazdıran 32 bin 968 insanımızın canına mal olmuş 1939 Erzincan Depremi’nden de ders alınmadığı belli.
Tehlike umursanmayıp 2001, 2008 ve 2023 yıllarında olmak üzere şirkete üç kez olumlu ÇED (çevresel etki değerlendirme) yazanağı (rapor) veriliyor. Ayrıcalıklı patronlar da maden arama alanını genişlettikçe genişletiyorlar.
Bu arada, 2022 Haziran ayında siyanür sızıntısı olduğu saptanınca şirket 16,4 milyon lira para cezasına çarptırılıyor, madenin faaliyeti durduruluyor.
Ama, kısa süre içinde tekrar açılmakla kalmıyor;
CHP Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz’ın savına göre şirket; zehirlediği yoksul halkın kesesinden çıkan toplam 222 milyon liralık vergi, faiz borcu ve cezası silinerek ‘ödüllendiriliyor’.
Dahası; sırada bekleyen 22 maden projesinden hepsi orman, tarım ve mera alanı olan 11’ine daha Bakanlıkça onay verildiği bildiriliyor (2).
Kaz Dağları’ndan Fatsa’ya… milyonlarca ağacın kesilmesine, sopayı diksen yeşerecek bitek toprakların çölleştirilmesine; bir de AB, İngiltere ve İsrail’den ‘çöp dışalımı’ yaptığımız acı gerçeğini katarsanız yaşam kaynaklarımızın adeta hunharca yok edilmekte olduğunun ayırdına daha iyi varabilirsiniz.
İnsanlık tarihinin yüzakı, eski Mezopotamya’ya ihanet dâhil olmak üzere…

TANRI ENKİ’NİN GAZABI!

İliç’teki madende kayan ‘zehir dağı’, katman katman yapısıyla bizde tuhaf bir biçimde Sümerler’in Ziggurat Tapınağı çağrışımını yaptı.
Bilindiği gibi bu bölge, Şanlıurfa ilimizdeki Göbeklitepe antik kentinin de aralarında bulunduğu on binlerce yıllık yerleşim yeri olan eski Mezopotamya; Sümer, Babil, Asur, Akad, Kaldea, Elam… uygarlıkları burada yaşanmış.
Tarihin ilk okur yazar insanları, çivi yazısının bulunduğu burada yetişmiş.
İlk sayı dizgesi, zamanı altmış dakikalık saatlerle ölçmek, yedi günlük takvim, Babilli gökbilimcilerin çalışmalarıyla gün dönümü, yine onların buluşu.
Babil Kralı Hammurabi, İÖ 1700’lü yıllarda, tarihin bilinen ilk hukuk metinlerini burada yazmış. (O yasalar ki 2000’li yılların Türkiye’sinde pek kale alınmayan hukukun temel ilkelerinden -bir insanın suçu kanıtlanıncaya değin suçsuz sayılması gerektiğine ilişkin- ‘masumiyet karinesi’ni bile içeriyor.)
İlk ekmeğin de Fırat ve Dicle’nin suladığı bu topraklardan Suriye’de üretilen buğdaydan yapıldığı sanılıyor.
Çoktanrılı (poliestik) bölge halkları, inanç ve törelerine uygun biçimde, yedi katlı Ziggurat Tapınağı’nda ibadet ederlermiş.
Bize de onların ‘Su ve Toprak Tanrısı Enki’, yaşam kaynağı Fırat Nehri’ne nankörlük ettiğimiz için gazabını kustu sanki.
Yalnız Türkiye için değil, komşu Suriye, İran ve Irak için de ciddi bir tehdit oluşturan bir sorumsuzluk söz konusu çünkü.

STEFAN ZWEIG’A RAHMET

Nankörlük ve sorumsuzluk dedik ama bu iki sözcük, karşı karşıya olduğumuz kötülüğün nedenini anlatmakta yetersiz kalıyor.
Daha çok Malezya’da görülen bir tür delilik olan “Amok” tanısı konulabilir belki.
“Amok hastası”, geçirdiği nöbet (cinnet) sırasında eline bir silah alıp sokağa fırlayarak önüne geleni acımasızca yok etmeye çalışırmış.
Adı geçen illeti dünyaya, “Amok Koşucusu” kitabıyla Avusturyalı / Macar yazar Stefan Zweig (1881 – 1942) tanıtmıştı.
Bizim Amok koşucularımız da ellerine geçirdikleri hançerle; Cumhuriyetin her türlü değerine, kazanımlarına olduğu gibi doğamıza da onlarca yıldır saldırmaya doyamıyorlar!
Toprağımızdan şeker fabrikalarımıza, Sümerbank’tan kâğıt fabrikalarımıza,
su havzalarımızdan deniz / göl kıyılarımıza… yer üstündekiler tükenmeye yüztutunca yeraltı kaynaklarımıza…

FUZULİ’YE KULAK VERİN

Başımıza bunca çevre belası açanların, dinibütün geçindiklerini biliyoruz. Tanrı tarafından Kutsal Kitap’ımızın indirilmeye değimli görüldüğü Arapları “kavm-i necip” (asil ırk) saydıklarını da…
Kendilerine bu hassas noktadan seslenirsek belki olumlu sonuç alırız:
Vicdansızca kirletilen Fırat ile birlikte Dicle Nehri; Türkiye ve Suriye’yi terk ettikten sonra ihtilaflı İran – Irak sınırını oluşturuyor. Sonra da birleşip Şattülarap (büyük Arap nehri) olarak Basra Körfezi’ne dökülüyor.
Fuzuli (? – 1556), ünlü “Su Kasidesi”nde şöyle diyor:
“… Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa (v)urup gezer avare su.”
Şairin bu beytini; Dicle ve Fırat sularının, âşığı oldukları Hz. Muhammet’in ayağındaki toprağı yıkamak için ömür boyu durmaksızın, O’nun yaşadığı yerlere doğru aktığı yolunda yorumlayanlar vardır.
Biz de soruyoruz:
Yukarıdaki yorumun ışığında; Peygamber’in ayağındaki toprağı yıkadığı Basra Körfezi’ne, kaynağı Türkiye’de olan Fırat Nehri aracılığıyla siyanürlü, sülfürik asitli kırk çeşit zehir göndermek dinle, imanla bağdaşır mı?

DİL YANLIŞLARIMIZ

Marmara Denizi’ndeki İmralı Adası yakınlarında bir kargo gemimiz, kötü hava koşulları nedeniyle dört gün önce su alarak battı. Kayıp altı denizcimizden birinin cansız bedenine ulaşılabildi. Ölenlere rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyoruz.
Acı haberi veren medya organlarımızın çoğunda, şöyle bir tümce kullanıldı:
“Batan gemide altı mürettebat vardı.”
Arapçadan dilimize giren “mürettebat; gemi, uçak gibi taşıtlarda işbaşındaki görevlilerin tümü” demek.
Bir gemide altı mürettebat olmaz; altı kişilik mürettebat, demeliyiz.
Aynı dil yanlışına, “personel” (Fr. personnel) sözcüğünü kullanırken de düşüyoruz.
Bu sözcük de ‘bir hizmet veya kuruluşun görevlileri, bir iş yerinde çalışanların tümü’ anlamına gelir.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Dilin neden sivri, yüreğin don?
Şükret alırken ayağına don.
Muhalifsen doğalgaz neyine?
Bize oy ver ya da soğukta don!

1) Gazete Duvar’ın 13 Aralık 2023 tarihli sayısı.
2) Sol Haber’in internet sayfasında yayımlanan 18 Şubat 2024 tarihli haber.