AKIL VE SEÇİM

Türklerin, “akıl” sözcüğünü Araplardan almadan önce onun yerine “ög”; ‘akıllı’ karşılığı olarak da “ögli” dedikleri biliniyor (1).

“Ög;  düşünme, anlama ve kavrama gücü” demek olan “akıl”ın yanı sıra “anlak” (zekâ) ve “algı” (idrak) anlamlarına geliyor.

Günümüzdeki öz Türkçe karşılığı “us” olan “akıl”;  Arapça aslında ‘deve kösteği’ demekmiş.

Arap’ın, kaçmasın diye  ayaklarını bağladığı deve, “akıllı” oluyor!

Bizde, belki de zamanın ruhu gereği son yıllarda zehirli mantar gibi türeyen kof kabadayıların kullandığı ‘tehdit kipi’ (!) tümcesi örneği:

— Akıllı ol!

Keşke diyoruz, askerlikteki “Haz’rol!  Selam dur! Tüfek çatılacaak… Çat!” komutları nasıl o salise yerine getiriliyorsa bu buyruk da şıpınişi gerçekleşiverse:

— Akıllı olunacaak… Ol!

NASIL ANLAŞILIR

Eskiler, “Bir insanın akıllı olup olmadığı ‘iş ve eş seçiminden’ anlaşılır.” derlerdi.

Gerçi, Batı felsefesinin kurucu babası, ‘aklın simgesi’ Sokrates (İÖ 466-399), gençliğini işsiz güçsüz tüketmiş.

Ancak olgunluk çağında birçok öğrenciye felsefe dersleri verme olanağına kavuşmuş.

Bu arada, dünyaevine girdikten sonra da öğrencilerine, “Evlenin; ya mutlu olursunuz ya da benim gibi filozof.” demiş.

Aslında bu “nasihat”in altında yatan “musibet”i öğrencileriyle birlikte yaşamış da.

Şöyle:

Üç çocuğunun annesi Zentibi (Ksanthippi ), Sokrates’e yaşamı zindan etmiş. Kadın, düşünür kocasından neredeyse kırk yaş gençmiş. Sokrates’in kendisinden çok öğrencileriyle vakit geçirmesine sinir oluyormuş. Sokrates bir gün öğrencileriyle birlikte evinin önünden geçerken Zentibi ne yapsa beğenirsiniz! Bir kova dolusu bulaşık suyunu tepelerinden aşağıya boca edivermiş. Kocasının, öğrencilerinin gözünde saygınlığını yitireceğini hiç mi hiç umursamadan…

HAYDİ SANDIĞA!

Yukarıdaki ölçüt (kriter) ışığında, toplumların aklının da kendilerini yönetecek kişileri seçerken belli olduğunu söyleyebiliriz.

Hafta sonunda Türkiye, 13. Cumhurbaşkanını ve yeni Meclis üyelerini seçecek.

Koşulları eşit olmayanların yarışacağını herkes biliyor;

Bir yanda, seçim yasasını kendilerine en elverişli diye umdukları biçimde değiştiren, seçim kurullarını diledikleri gibi oluşturan, resmî görevinden ayrılma gereği duymayan, varlığını hepimizin vergilerine borçlu TRT dâhil devlet olanaklarını sınırsızca kullananlar…

Öte yanda onların, çoğu kez “derece” bile değil; “dereke” (aşağı derece) üslup düzeyindeki tehditlerle yıllardır baskı altına almaya çalıştıkları adaylar ve bu kişilere / partilere oy verme eğilimindeki seçmenler.

Ama yine de en çok korku ve ürkü (panik) içinde bulunanların, güçlüler olduğu görülüyor.

Onları Tanrı’ya havale etmek yerine, aklımızı kullanalım…

Dört gün sonra, 14 Mayıs Pazar günü örnek yurttaşlık bilinciyle sandığa koşalım.

15 Mayıs’tan başlayarak ülkemizi beş yıl boyunca yönetmesini istediğimiz kişilere / partilere oy verelim.

100 yıllık cumhuriyet deneyimi, iyi kötü demokrasi kültürü bulunan 83 milyonluk halk olarak bizim istencimiz, olası her türlü hileyi, hudayı etkisiz, geçersiz kılacaktır.

Hele hele, seçim sandıklarında, eskilerin deyişiyle “kahir ekseriyet”i (ezici çoğunluk) sağlarsak…

TANRI’NIN BİZDEN ŞİKÂYETİ

Seçim sandığına giderayak biraz gülümsemeye ne dersiniz?

Fıkra (2) bu ya, Tanrı oturmuş, tavla oynuyormuş. İçeriye bir melek girmiş:

— Efendim, dünyada durumlar çok gergin. Savaş çıkmak üzere.

Tavla partisi çekişmeli geçmekteymiş. Tanrı sormuş:

— Peki, Türkiye’ye bir şey oldu mu?

— Hayır efendim, henüz olmadı.

Tavla partisi sürerken biraz sonra melek tekrar gelmiş:

— Gerginlik, çok daha büyüdü efendim.

Tanrı, oyunu sakin sakin sürdürürken sorusunu yinelemiş:

— Türkiye’ye bir şey oldu mu?

— Hayır.

Heyecanlı oyunun sonlarına doğru melek yeniden ortaya çıkmış:

— Amerika ile Rusya ve Çin birine girdi. Her yerde füzeler uçuşuyor.

Tanrı:

— Peki, Türkiye savaşa girdi mi?

— Efendim, yüz milyonlarca insan ölüyor. Evet, Türkiye de savaşa girdi.

Yaradan, oyunu bitirmeden bu kez telaşla ayaklanırken melek dayanamayıp sormuş:

— Kusura bakmayın ama onca ülke savaşa girdi aldırmadınız da neden Türkler için telaşla yerinizden fırladınız?

Tanrı:

— Hiçbir konuda sorumluluk almıyorlar, her şeylerini bana emanet ediyorlar da ondan!

DİL YANLIŞLARIMIZ

* Bir tv kanalı, 29 Nisan 2023 günkü ana haber bülteninde, ev ve işyeri kiralarındaki akıl almaz yükselişi haber yaptı. Bu arada, iki kez sunucudan, bir kez vtr’den ayrıca muhabirden olmak üzere dört kez şu yanlış anlatımı işittik:

— Ortalama kira fiyatları…

“Fiyat”; bir malın parasal karşılığıdır. Eğer sunulan bir hizmetse onun karşılığı “ücret”tir.

Evini kiraya veren kişi de kiracıya ‘geçici barınma hizmeti’ sağladığı için “kira fiyatı” yerine “kira ücreti” dememiz gerekir.

* Bir başka kanalının 6 Mayıs 2023 günkü ana haber bülteninde de Mersin’deki aşırı yağmur haberi verilirken şu tümce dikkatimizi çekti:

— Lögarlar taştı.

Çoğunlukla kent içindeki yollarda, kanalizasyon ve su şebekesinin kontrol edilebilmesi için açılıp üzeri metal kapakla kapatılmış noktalar vardır. Kimilerimizin “logar, lögar” diye yanlış yazıp söylediği bu noktaların doğru adı:

“Rögar”.

Fransızca ‘bakış’ anlamındaki “regard”dan (‘ince g’ ile ‘rögar’ okunur) gelir.

* Bir siyasal partinin sözcüsü, ülkemizin en ağır yürek yaralarından beyin göçünün önemini anlatırken şöyle dedi:

“Hakkı, hakkedene vermezseniz bunun adı zulümdür.”

“Hakketmek” Arapça “hakk” sözcüğü ve Türkçe “etmek” yardımcı eylemiyle yapılan bileşik eylemdir. Anlamı:

‘Maden, ağaç, taş üzerine elle yazı veya şekil oymak.’

Sayın sözcünün kastettiği ise ‘Bir emek karşılığı hakkı olan şeyi elde etmek’ anlamına gelen ve her iki sözcüğünün ayrı yazılıp okunduğu eylem:

“Hak etmek”

Ve doğru örnek:

Ülkemizin yönetimini, hak edenlere verelim.

 

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Taşlattırdıkça aslında,

Taçlandırıyorsunuz

Demokrat adayları.

Taş Devri yaratıkları!

 

1) ) Prof. Dr. Doğan Aksan; “Türkçenin Gücü”, T. İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1987, sayfa 48

2) Kaynak: http://www.sipahi.tk › fikralar