KADINLAR, ‘I-IH’ DESİN

Bugün, ülkemizde kadın hareketi açısından önemli bir yıl dönümü.

Kadınlarımız, 18 Ocak 1886’da, Şükufezar dergisinde ‘saçı uzun aklı kısa’ deyimini kullananlara karşı savaşım başlattılar.

“Şükufezar”ın anlamı ‘çiçek bahçesi’. 

“Biz de varız, var olmaya devam edeceğiz.”sloganıyla yayımlanan derginin kurucu ve yöneticisi Arife Hanım’dı. 

Kadına kadınlık, ev ekonomisi, çocuk bakımı… öğretmeye çalışan birkaç kardeş dergiden farklı olarak “Şükufezar”da, hemcinslere okumaları, iyi eğitim almaları öğütleniyordu (1).

Şimdi soralım:

2023 Türkiye’sinde Millî Eğitim Bakanı‘nın varsa kızı, eşi, herhangi bir yakını; kadın haklarını, örneğin İstanbul Sözleşmesi’ni, ‘kadının kariyerinin annelik olmadığını’  savunan bir dergi çıkarabilir mi?

Çıkarsa besleme trol imparatorluğunun neferleri, gözünün yaşına bakmadan kendisini anında uçururlar!

Sıkı durun:

“Şükufezar”ın kurucu ve yöneticisi Arife Hanım, Osmanlı Maarif Nâzırı Münif Paşa’nın kızıydı.

Neredeeen nereye!..

AYNI BEDENDE…

Aslında, kadınlarla erkeklerin, hak ararken de olsa ayrı ayrı kümelenmelerine pek sıcak bakmayanlardanız.

Eski Yunanlı şair / oyun yazarı Aristofanes‘in ( İÖ. 446 – İÖ 386) yazdığı bir söylenceye göre, ‘kadınla erkek aynı bedende yaratıldı’. Sonra tanrılar onun gücünü, tanrılıklarına yönelik tehdit görüp Zeus aracılığıyla kadın ve erkek diye ikiye böldüler.

O günden sonra öteki yarısını bulabilenler mutlu ve güçlü oldular, bulamayanlar ‘eksik insan’.

Bizce, kadınla erkeğe ‘karşıt cins’ demek bile çok doğru değil; Oktay Rifat’ın karısı Türkan Hanım‘a yazdığı şiirdeki gibi (“Elmanın yarısı sen yarısı ben…”)

Birbirini tamamlarlar. Dolayısıyla da her alanda yan yana, omuz omuza olmalıdırlar.

Zaten bunun tersi bölünmüşlük, erkek egemen toplumlarda gerici siyasetçinin ekmeğine yağ sürer.

Son olarak Van’daki üç ayrı lisede, dersliklerin harem – selamlık düzenine sokulmakla kalmayıp bina katlarının bile ayrıldığını duymuşsunuzdur.

Oysa, ülkemizde kızlı – erkekli karma eğitimin, ta 1869 yılında sıbyan mekteplerine değin uzanan köklü bir geçmişi var.

Neredeeen nereye!..

‘EN BABA’ FEMİNİST

Aristofanes için ‘feminizmin kurucu babası’ denebilir; İÖ 411 yılında “Lysistrata”adlı tiyatro oyununu yazmış olması nedeniyle.

Eski Yunan’da iki kent devleti, Atina ile Sparta arasında çıkan savaş çok uzayınca (27 yıl) Atina kadınları, erkeklerine başkaldırırlar; “Ya bu savaşı sona erdirin ya da bizimle sevişmeyi unutun!”

Lysistrata adlı kadın kahramanın önderliğinde Akropolis‘i (tapınakların da bulunduğu hükümet konağı) basmayı, Parthenon‘da tutulan ‘devlet yedek akçesini’ ele geçirmeyi planlarlar. (Evet yanlış okumadınız; bundan 2.500 yıl öncesinin devlet yönetme anlayışında, hazinedeki ‘yedek akçe’yi savaş yıllarında bile harcamamak esastı.)

Oyun, akıllıca bir direniş ortaya koyan kadınların utkusuyla biter. Atina ile Sparta arasında barış sağlanır, cinsilatifin ‘yatak grevi’ de böylece sona erer!

LALE ORALOĞLU VAKASI

Aristofanes’in “Lysistrata”sı, 1967’de Lale Oraloğlu Tiyatrosu tarafından “Kadınlar I-ıh Derse” adıyla İstanbul’da sahnelenecekti.

Ancak oyun müstehcen bulunup yasaklandıOraloğlu ve sahne arkadaşları hakkında hapis istemiyle dava açıldı.

Bunun üzerine sanatçı, açlık grevine başladı. Grevin sekizinci gününde bitkin bir durumda, yargıç önüne çıktı. Duruşmaya sedyeyle getirilmişti. Tamamı hukukçulardan oluşan bilirkişi kuruluna itiraz etti; “Kurulda sanatçılar da olmalı.” dedi.

Mahkeme itirazı haklı buldu. Yeni bilirkişi kurulunda şair / yazar / sosyolog Prof. Dr. Cahit Tanyol, ressam Zeki Faik İzer, tiyatro sanatçısı Sami Ayanoğlu ile gazeteci / yazar Cevat Fehmi Başkut da yer aldı.

Ve yeni kurul, ‘oyunun müstehcen olmadığına’ karar verdi. Açlık grevinin 16’ncı günündeyken ‘ölümüne’ verdiği sansür savaşımını kazanan Lale Oraloğlu, “Lysistrata” uyarlaması “Kadınlar I-ıh Derse” ile tiyatrosunun perdelerini açtı.

Oyunu, Türkiye’nin dört bir yanında kapalı gişe oynadılar.

BAŞA ÖRÜLEN 2. ÇORAP

Ancak bizde, sanatçı başarılı olur da er geç cezalandırılmaz mı!

Lale Oraloğlu, 1967’de kazandığı hukuk utkusunu, 1974 yılında yineleyemedi; saçma bir suçlamayla Sağmalcılar Cezaevi’nde 6 ay 20 gün hapis yattı.

Bülent Ecevit‘in Başbakanlığında CHP – MSP koalisyon hükümeti iş başındaydı.

Oraloğlu, bu kez de “Ne Çıkarsa Bahtına” adlı oyunla Anadolu turnesine çıkmıştı. O yıllarda ilçe olan Ağrı’da kaymakamlıkça oyun engellenmek istendi. Ama, Oraloğlu bu, yine direnip sahneye çıktı.

Oyun, her seansta iki kahve fincanının kırılmasını gerektirmekteydi. Sanatçı, ilçede uygun fiyata bulduğu 23 adet fincan satın aldı. 

“Ne Çıkarsa Bahtına” turnesini bitirip İstanbul’a döndükten sonra, bahtına (!) ne çıksa beğenirsiniz! Kendisine şöyle bir resmî tebliğ yapıldı:

“Ağrı Sulh Ceza Mahkemesinin… kesinleşmiş hükmü ile 10 ay hafif hapis … cezasına mahkûmiyetinize…”

Polisin ve zabıtanın gözü önünde satılan kahve fincanları ‘kaçak mal’, Lale Oraloğlu da ‘kaçakçı’ olup çıkmıştı!

Sanatçı, yokluğunda (gıyabında) verilip kesinleşen mahkeme kararıyla demir parmaklıkların ardına kapatılmaktan kurtulamadı.

MECLİS’TEN SANATÇIYA ÖZEL AF

Oraloğlu’nun mahkûmiyeti toplumda çok tepki gördü. Konu, TBMM’ye taşındı. CHP  Adana Senatörü Kemal Sarıibrahimoğlu (1923 – 1995), sanatçının haksızlığa uğramasını sert bir dille eleştirerek affedilmesi için yasa teklifi verdi.

Şimdiki kuşakların inanması çok güç ama gerçek:

Meclis’te hiç kimse Oraloğlu hakkında, daha önceki “Kadınlar I-ıh Derse” oyunu müstehcenlik damgası yediği için “ahlaksız, hayasız, sanatçı müsveddesi” gibi aşağılayıcı sözler söylemedi.

Tam tersine, bu sanatçımız için hemen özel af çıkarıldı.

Öte yandan Oraloğlu’nun, “Kadınlar I-ıh Derse” oyunundan yargılandığı duruşmaya, açlık grevinde olduğu için sedye ile getirildiğini yukarıda belirtmiştik.

Sanatçı, o hâliyle bir buçuk saat süren duruşma boyunca ayakta dimdik durarak yine alkışlanası bir direnç sergilemişti.

Oysa hâkim, Oraloğlu‘na “ifadesini sedyeden verebileceğini” söylemişti.

Günümüzde ise çok ileri yaşta, ölümcül hasta ya da sakat kimi sanıklara nelerin reva görüldüğünü düşünün.

Hukukun olmazsa olmaz gereği  savunma hakkının çiğnenip avukatların duruşma salonuna alınmadığı, Can Atalay gibi ‘ömrünü adalet mağdurlarına bedava hizmet etmeye adamış’ hukuk insanlarımızın, anlaşılmaz gerekçelerle hapsedildiği nice örnekler yaşandı, yaşanıyor.

Neredeen nereye!..

Bütün bunları, hâttâ kat kat fazlasını yapanlara -tek ya da çok- karıları, sevgilileri, toplumu artık canından bezdiren ‘gücü, gücü yetene’ zorbalıklarına son verinceye değin “I-ıh!”deseler bir yararı olur mu dersiniz?

Olmaz olmaz, demeyin.

Umut fakirin ekmeği…

 

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

“Arapça resmî dil

İstanbul başkent”

Diyen silahlı molla!

Asıl sen terör eğitimiyle

Semirttiğin gerini

Seçmen tekmesinden kolla.

 

1) Kaynak: tarihkurdu.net