Türk Dil Kurumu (TDK), dilimizdeki 18 sözcüğün yazımını (imla) değiştirdiğini, geçen hafta açıkladı.
Bunun için “Güncel Türkçe Sözlük Bilim ve Uygulama Kolu üyeleri ile uzmanları”, 2019 yılından beri çalışmışlar.
Sonunda yalnızca 18 sözcüğün yazımını değiştirmiş olmaları garipsenebilir. Çalıştıkları her yıla, 4,5 sözcüğün yazım değişikliği düşüyor!
Bizi bağışlasınlar (!) ama yaptıkları o değişikliklerin de kimilerine karşı çıkacağız.
TDK’nin yazımını yenilediği sözcüklerden biri, “memurluktaki rütbeyi, makamı ya da mevkiyi gösteren ‘ad, san’ ” anlamlarındaki “unvan”. Arapçadan dilimize giren “unvan”ı; yaygın olarak kullanıldığı biçimine çevirip “ünvan” yapmışlar.
Türkçede ‘sesçil yazım’ geçerli olduğundan; yani, sözcükleri genellikle söylediğimiz biçimiyle yazdığımız için TDK’nin bu değişikliğini benimsiyoruz.
Gelgelelim, değerli uzmanların ‘sesçil yazım’ konusunda pek de kararlı olmadıkları görülüyor!
Çünkü, ‘belli bir malın yönetilmesi ya da belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse’ demek olan “kayyum”u tam tersine Arapça aslına döndürüp “kayyım” yapmışlar.
‘APTES’E ‘ABDEST’ DEMEK
Bu arada, dinsellik deyince akan sular duruyor!
TDK’nin özellikle dinsel terimleri irdelerken ‘zamanın ruhu’na uygun davrandığı da ortada.
Örneğin, “aptes” sözcüğünün yazımını bir süre önce değiştirmişlerdi.
Aslı, Farsça “âb” (su) ve “dest” (el) sözcüklerinin birleşiminden oluşuyor; ‘su tutmak’ anlamında. “Abdest”in dilimize, Selçuklu Hanedanı zamanında geçtiği sanılıyor.
TDK, bir süre önce bu sözcüğü de Farsça kökenine döndürmüştü.
Yine ‘sesçil yazım’ kuralının dışına çıkarak…
Siz bir Türk’ün hiç “Abdest aldım!” dediğini işittiniz mi? İşitemezsiniz çünkü biz bu eylemi, içindeki ‘b’ ve ‘d’ yumuşak ünsüzlerini, ‘p’ ve ‘t’ sert ünsüzlerine dönüştürerek söyleriz:
“Aptes aldım”.
12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden sonra kapatılan TDK’nin gerçek dilbilimcileri, kurdukları Dil Derneği çatısı altında toplanmışlardı. Sevgi Özel’in Başkanlığında varlığını sürdüren bu kurumun Türkçe Sözlük’ündeki yazım, kurala uygun:
“Aptes”
Çünkü, Dil Derneği uzmanları bağımsız; onların egemen güce en azından şirin görünmek gibi bir kaygıları yok.
BİLEŞİK SÖZCÜK KARMAŞASI
Dilimizdeki bir başka yazım kuralı:
İki ya da daha çok sözcük birleşip yeni bir anlam oluşturuyorsa bitişik yazılır.
“Sarı” (renk) + “kanat” (kuşlarda, böceklerde uçmayı sağlayan organ) birleşince ‘bir balık adı’ olur ve bitişik yazılır:
“Sarıkanat”
“Beyaz” (renk) + “perde” (pencere örtüsü) birleşince ‘sinema’ anlamına gelir ve bitişik yazılır:
“Beyazperde”
Oysa, TDK’nin sözlükleriyle yazım kılavuzunda “sarıkanat” bitişik ama “beyazperde” ayrı yazılmış.
Ünlü bir sinema eleştirmeni, bir tv kanalında yeni Türk filmlerini tanıtıyor. İzlencenin adı, yukarıda anımsattığımız kurala ters:
“Beyaz Perde”
Sanırız, ‘yazım birliği’ne uymak için TDK’nin kılavuzluğuna başvuruyor, böylece de yazım yanlışını kitlesel kılıyorlar.
KİMİ EYLEMLERİN YAZIMI
Akademik sayılabilecek böyle bir konuda daha fazla ayrıntıya girmek, gündelik gazete okurunu yorabilir.
O yüzden, TDK’nin bize göre kendisiyle çeliştiği bir başka yanlış örnekler küme’siyle eleştirilerimizi noktalayalım.
Kurum’un Yazım Kılavuzu’nda “Bitişik Yazılan Birleşik Kelimeler” diye bir bölüm var. Bölümün 2’nci Maddesi şöyle:
“Özgün biçimleri tek heceli bazı Arapça kökenli kelimeler etmek, edilmek, eylemek, olmak, olunmak yardımcı fiilleriyle birleşirken ses düşmesine, ses değişmesine veya ses türemesine uğradıklarında bitişik yazılır.”
TDK’cilerin kurala ilişkin verdikleri örnekler:
“Emretmek, menolunmak, cemetmek, kaybolmak; darbetmek, dercetmek, hamdetmek; affetmek, hissetmek, reddetmek vb.”
KURALA TERS ÖRNEKLER
Sayın TDK uzmanları!
Yukarıdaki kuralı aktarırken eksik ya da karanlıkta bıraktığınız bir nokta var; sizin “özgün biçimleri tek heceli ‘bazı’ Arapça kökenli kelimeler…” dediğiniz, aslında ‘ad soylu’ sözcükler.
Türkçede ‘eylem bildirmeyen’ sözcüklerin tümü, ‘ad soylu’ sözcüktür.
Kurala ilişkin örneklerinizdeki özgün biçimleri Arapça tek heceli “men” (yasak); “cem”, “derç” (bir araya getirme) … de ‘ad soylu’dur.
Söz konusu ‘yardımcı eylemli bileşik eylem’ örneklerinizden (zaten ses düşmesi, değişmesi ya da ses türemesine uğramamış) bu sözcüklerle yapılanların yazımı bizce yanlış.
Doğrusu, belirttiğiniz ad soylu sözcüklerle yardımcı eylem adlarının ayrı yazılması:
“men olunmak”, “cem etmek”, “darp etmek”, “derç etmek”…
Bunun için ad soylu sözcüğün Arapça olması da gerekmez; örneğin, Türkçe “ant” sözcüğüyle yapılan “ant içmek”, Fransızca “parc” sözcüğüyle yapılan “park etmek” vb. ayrı yazılır.
TDK’YE BAŞKAN ÖNERİMİZ!
Sözü fazla uzatmadan Kurum’a hiç değilse ‘daha Osmanlıcı’, bir kimlik kazandırması olası bir siyasetçinin atanmasını önersek haddimizi aşmış olur muyuz?
Bu kişi, eski bir orman ve su işleri bakanı. Görevdeyken bakanlığına bağlı birimlere gönderdiği bir genelgeyle Türkçe sözcükleri yasaklamış, onların yerine ağdalı Osmanlıca karşılıklarının kullanılmasını buyurmuştu.
Yalnız, TDK Başkan adaylığı için pürüz oluşturur mu bilemiyoruz ama sayın eski bakanın Babalar Günü’nde attığı şu tivit, hâlâ sosyal medyada dolaşıyor:
“Evlatlarının mutluluğunu kendi mutluluğu sayan, varlığı ile yuvasına güven ve huzur veren fedekar ve şevkatli babaların, bilhassa gazi ve şehit babalarının #BabalarGünü’nü yürekten kutluyorum. Evlatları için babaların gölgesi yeter…”
“Fedakâr”; Arapça – Farsça kırması bir sözcük. Sayın eski bakan, tivitindeki ‘fedekar’ı (!) sonradan düzeltip “fedakar” yapmış [ama, ikinci a’nın üzerine düzeltme imi (^) koymamış]. ‘Sevecen’ anlamındaki Arapça kökenli “şefkatli” sözcüğünün ise ‘f’ yerine ‘v’ harfiyle “şevkatli” diye yazılıp söylendiğini sanmaya devam ediyor. Sıkı durun; söz konusu siyasetçimiz, iki üniversite mezunu, prof. dr. ünvanlı bir akademisyen.
Bu ülke, karatahta başına geçip öğrencilere yeni öğretim yılında başarı iletisi yazmak isterken yazım yanlışları yapan başbakan bile gördü, diyebilirsiniz.
Doğrusu, eski bakanda ısrarcı değiliz; TDK yönetimine pekâlâ o eski başbakan da getirilebilir!
Nasrettin Hoca’nın, eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yaparlar, hesabı!
SON SÖZ: İnsanın sözcüklerle düşündüğü, bilimsel bir gerçek. Düşünen toplum olmanın ilk koşulu, ana dilini doğru konuşup doğru yazmak. Başöğretmen Atatürk, ‘yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmasını’ amaçladığı Türkçemiz için “ulumuzun kalbi, zihni” demişti. Büyük Önder’in çağdaşı olan Avusturyalı düşünür / dil felsefesi uzmanı Wittgenstein (1889 – 1951) da Atamızla aynı kanıda:
“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.”
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Paranın ucunu göstersin Katar
Türkiye, gazetecisini satar;
Promosyon (*) diye de yanına
Ağacına sarılmış halkı katar!
(*) Promosyon: Satılan ürünün yanında, ücretsiz verilen bir başka ürün.