Bizim eskilerin, İtalyancayla karışık bir deyişi vardı; “avara kasnak”.
21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde kimilerimiz, hiçbir aygıta bağlı olmadan kendi başına dönen (avare) kasnaklar gibiyiz; herhangi bir işlev için güç üretmeyişimiz bir yana, sürekli kendi gücümüzü tüketiyoruz.
Elbette zamanı da…
Veya böylece zaman mı geçiriyoruz, yoksa zaman duruyor da biz mi geçiyoruz?..
ANDAY’A GÖRE ‘AYRIMLAŞMA’
Bilim, düşün ve yazın insanları, zamanla ilişkimizi hep sorgulamışlar.
Melih Cevdet Anday (1915 – 2002), bu felsefî konuya en çok eğilen değerlerimizden biriydi:
“Zaman hem akıyordu, hem durmuştu; çevremdeki nesneler hem yok olup gidiyor, hem ölümsüzleşiyordu. Alışılmış bir dünyayla alışılmamış bir dünya arasındaki ayrımlaşmaydı bu.”
“… Düşünüyorum da ölenlerin zamanı gerçekten durmuştur, hiçbir değişikliğe gereksemesi yoktur. Biz akan zaman içinde onlarla karşılaşıyoruz ikide bir. Tuhaf bir şey bu; onlar biraz bizimle akıyor, biz biraz onlarla duralıyoruz.” (1)
BİR ‘ÖLÜ OZAN’IN ZAMANI
İngiliz şair Abraham Cowley (1618 – 1667) de “Ne geçmiş vardır ne gelecek; sadece sonsuz bir şimdi vardır.” diyeli üç buçuk yüzyıl geçmiş!
Yazar Nancy H. Kleinbaum’un (1948 doğ.) kendisinden daha ünlü“Ölü Ozanlar Derneği” romanındaki ‘ölü ozanlar’dan biri bu Cowley.
Romanı okumayanlar, yönetmen Peter Weir’ın aynı adla sinemaya uyarladığı filmi sanırız görmüşlerdir; asi genç Charlie Dalton’ın (Gale Hansen) ‘dernek’ merkezi mağarada okuduğu dizeler arasında, Abraham Cowley’nin bir şiirinden bölüm de varmış, sonradan öğrendik.
1989 yılı yapımı filmde, (ne acı ki beş yıl önce intihar eden) naif oyuncu Robin Williams’ın öğretmen John Keating rolüyle nasıl devleştiğini anımsatalım.
“Henüz vaktin varken tomurcukları topla.
Zaman hâlâ uçup gidiyor.
Ve bugün gülümseyen bu çiçek,
yarın ölüyor olabilir.”
İLELEBET PAYİDAR TRT
“Sonsuz şimdi”nin, ülkemizdeki ‘ilelebet payidar’ bir iletişim kurumu var, bildiğiniz gibi; TRT.
Evimizde, işyerimizde yaktığımız elektriğe ödediğimiz ücretten bile pay alanTRT’ye, 2957 Sayılı Yasa ile;
– Atatürk ilke ve devrimlerinin kökleşmesi… ile birlikte, “ulusal eğitim ve ulusal kültürün geliştirilmesine yardımcı olmak” görevi de verilmiş.
Atatürk ilke ve devrimlerinin kökleşmesi yolunda, uzun yıllardır Kurum’un dişe dokunur bir izlencesini göremedik. Önümüzdeki hafta, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı‘nda neler yapacağını da hep birlikte göreceğiz.
TRT’nin bizce yine varlık nedenleri arasında olması gereken “ulusal eğitim ve ulusal kültürün geliştirilmesine yardımcı olmak” görevine gelince…
AKŞAM SEFASI MI, CEFASI MI?
“TRT Müzik” kanalında, cuma geceleri yayımlanan, gedikli izleyicisi olduğumuz “Akşam Sefası” adlı bir Türk Sanat Müziği (TSM) izlencesi vardı. Hâlâ da var ama sanki ‘akşam cefası’na dönüştü!
Öncelikle şunu belirtelim: Müziğimiz; hiç kuşku yok ki ulusal kültürümüzün önemli bir parçası.
‘Arabesk müzik’ adı verilen ‘inleyen nağmeler’in (!) klasik Türk Müziği’ni bozup yozlaştırdığına inananlardanız.
Alman şair – düşünür Schiller; “Doğa var eder, bizi insan kılan sanattır.” demiş. Dolayısıyla ‘sanatçılık’ da üstün yaratıcı güç, yetenek, sağlam kişilik sahibi olmayı gerektirir. Arap radyolarını dinleyip onların ezgilerini kendi bestesi diye yutturan, bu arada kimileri iktidar yalakalığıyla kendine bir yer edinmiş ya da edinmeye çalışan kişilere sanatçı denilemez.
İşte, TRT’nin o “Akşam Sefası”nda, Türk Müziği’nin iki nitelikli eseri ardı ardına seslendiriliyorsa onları beş tane Arap’ın yalellisine benzer zırvalar izliyor. İzlencenin sunuculuğunu da yapan, ‘boya küpüne batıp çıkmış’ sarışın kadın şarkıcının, en ciddi TSM yapıtlarını bile arabesk gırtlak nağmeleriyle sözümüz ona ‘yorumlaması’ da cabası!
ŞARKIDA BİR DE DİL YANLIŞI
Aynı “Akşam Sefası”nda, 12 Nisan 2019 gecesi, “yeni Yaşar Özel” diye nitelendirdiğimiz pes sesli bir şarkıcı ekrana çıkınca sevindik. Hem de seslendireceği şarkı, dinlemeye doyamadığımız bir klasikti; Sadettin Kaynak’ın, sözleri Necdet Rüştü Efe’ye ait Muhayyer şarkısı:
“Batan gün kana benziyor / Yaralı cana benziyor / Âh ediyor bir gün için / O bülbül bana benziyor…”
Gelgelelim, şarkının ikinci dizesinde yapılan bir sesletim (telaffuz) yanlışı, keyfimizi kaçırıverdi.
Şarkıcı, ikinci dörtlükteki “… Düşman değil sevda açtı / Sinemdeki yâreleri” derken “sinem” sözcüğünü dümdüz okumaz mı! Hem bir bir değil, birkaç kez…
Oysa, bilindiği gibi ‘göğüs, yürek, bağır’ anlamlarındaki Farsça kökenli “sine” sözcüğü, ilk hecesi uzun “siine” diye sesletilir.
Merak ediyoruz; ödediğimiz yüklü elektrik faturalarından neredeyse ‘deve yükü’ ile aylık alan TRT yöneticilerinden biri çıkıp da sıraladığımız yanlışların hiç değilse yinelenmemesi için ilgililerini uyarıyor mu?
Sorumuza soruyla karşılık verdiğinizi duyar gibi oluyoruz:
“Bunların yanlış olduğunu kendileri biliyor mu ki çalışanlarını uyarsınlar?”
Bakalım, bizim ‘sonsuz şimdi’lerimiz nereye kadar sürüp gidecek!
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Ateş olsan
Cirmin (2) kadar
Yer yakarsın
Diyecektim sana
Bendeki cirmin büyük olmasa.
(1) Melih Cevdet Anday; Akan Zaman Duran Zaman, Everest Yayınları, 2009, sayfa 3
(2) Cirim: Hacim