‘SİNE QUA NON’

İnsanlık tarihini yazanlar, din ve vicdan özgürlüğünü her toplum için Latince deyişle artık “sine qua non” (olmazsa olmaz) bir gereklilik sayıyor.

Çünkü Batı; dinsel bağnazlığın (fanatizm), insanları insanlığından çıkardığını, her şeyden önce ‘kendi yaptıklarından’ biliyor!

Örneğin, Engizisyon döneminde din adına işledikleri ‘günahların’, insanlığın ortak belleğinden silinmediğini, hiç de silinmeyeceğini…

* Bugün (13 Nisan) Batılıların din bağnazlığı yoluna diktikleri kilometre taşlarından birinin yıl dönümü. Hristiyan Fransisken tarikatından 42 rahip, Meksika halkından 13 yıl önce bugün özür dilemişti. 2009’un 13 Nisan’ında, Mani de Yucatan Manastırı’nda yapılan törende rahipler; ‘dinlerini Şeytan işi görüp putperestlikle özdeş saydıkları ve Hristiyanlığı dayattıkları’ için Mayaların torunlarından bağışlanmayı istediler.

Peki, bir tür günah çıkarma olan bu özür, yaptıklarını affettirebilir miydi?

*Aynı tarikattan İspanyol rahip Diego de Landa, şimdiki Meksika topraklarında, tarihin bilinen ilk uygarlıklarından Maya kültürünü, neredeyse tek başına tarihe gömmüştü (yıl 1562).  Yerlileri dinsel inançlarından vazgeçiremeyip Hristiyan yapamayınca yüzlercesini işkenceden geçirerek öldürtmekle kalmamıştı… Mayaların sekiz yüz yıllık tarihini; inançlarını, yaşam biçimini yansıtan  kitaplarını topluca yakmıştı.

“GOYA’NIN HAYALETLERİ”

* Din bağnazları; salt ‘ölümsüz bellek tazeleyici’ olduğu için sanattan nefret eder, hiç kuşkusuz aynı nedenle sanat ürünlerini yok etmeyi (vandalizm) amaçlarlar.

* İspanyol ressam Goya (1746 – 1828), Engizisyon tanıklıklarını, evinin duvarına yaptığı 14 tabloyla ölümsüzleştirdi. “Kara Resimler”, ressamı Fransa’ya sığınıp orada yaşama veda ettikten sonra tuvale aktarıldı. Hâlen, Madrid’deki Prado Müzesi’nde sergileniyor.

* İspanya Engisizyonuna ilişkin olarak ‘ortak belleğe’ bir katkı da ‘yedinci sanat’ sinema yoluyla yapıldı; yönetmen Milos Forman imzalı 2006 yapımı “Goya’nın Hayaletleri” filmiyle… Bu kez de Goya’nın (Stellan Skarsgrad), esin perisi, genç ve güzel modeli Ines’in (Natalie Portman), yirmi yıl boyunca ağır işkencelere, tecavüze uğrayıp zindanlarda çürütülmesi, bu arada rahipler arasındaki güç savaşımında başvurdukları iğrençlikler. Forman’ın büyüleyici sinema diliyle aktarılmıştı.  

İĞNEYİ KENDİMİZE…

* Avrupa, 16. yüzyıl Almanya’sından başlayan Reform hareketiyle Orta Çağ bağnazlığını aşma sağgörüsünü (basiret) gösterdikten sonra bilim ve uygulayımbilim (teknoloji) alanında  ilerleyebildi.  Peki, biz aşabildik mi?

* Geçen hafta sonu, ülkemizde laikliğin 94. yıl dönümüydü. Millet Meclisi, 10 Nisan 1928’de, 1924 Anayasası’nda yer alan “devletin dini İslamdır” esasını kaldırdı. Laiklik ilkesi ancak 1937’de anayasamıza girmiş olsa da bu alanda ilk adımın atıldığı yıl 1928.

* Hâlen yürürlükteki anayasamızın “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilk dört maddesi arasında; “devletin şekli cumhuriyet…” yer aldığı gibi, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti”nde yaşamakta olduğumuz  yazılı.

Tabii, kâğıt üzerinde ya da suya yazılmış yazı örneği…

* Laiklik; Fransızca “laicité” sözcüğünden geliyor. Basit tanımıyla “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” demek. Geniş anlamıyla ise tutuculuktan arınmış, özgür düşünceli olmak; çağcıl bilimi, sanatı rehber edinip her konuda kendi bağımsız istenciyle hareket edebilmek…

ALEVİ DÜŞMANLIĞI

* Dinsel bağnazlığın bir türü, dindaşlar arasında bile ayrım gözetilmesi. Örneğin, Müslümanlığın mezheplerinden birine mensup olduğu hâlde, salt ibadet biçimleri ve ibadet yerleri farklı diye Alevileri düşman olarak görmek… 

Bizde Alevi ayrımcılığı, Osmanlı ile başlıyor. Padişah II. Bayezit döneminde verilen bir fetva ile “Hepsi öldürülüp mal – mülklerine el konula!” buyuruluyor. Beyazıt’ın oğlu Yavuz Sultan Selim’in de kırk bini aşkın Alevi’yi kılıçtan geçirttiğini İdris-i Bitlisi,  (1452 – 1520) “Selim Şahnâme”sinde yazıyor.

* Yakın tarihimizde de aynı yabanıllık var. 19 – 26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta 120 cana kıyıldı; Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın iş yeri tahrip edildi. 23 yıl süren yargılama sonucu facia, suçlulardan çoğunun yanına kâr kaldı.

* 2 Temmuz 1993’te de Sivas‘ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında bir grup köktendinci, Madımak Oteli’ni ateşe verdi.  Çoğunluğu Alevi 33 yazarozandüşünür ile iki otel çalışanı yanarak ya da dumandan boğularak öldü. Yargı yine kaplumbağa hızıyla bile çalış(tırıl)mayarak caniler ‘zaman aşımından’ yararlandı(rıldı)!

TİCARETHANE Mİ?..

* Ülkemizde dört milyon kadar Alevi yaşıyor. Cemevi sayısı, ‘dört bin 800’. Yılbaşından beri elektriğe art arda zamlar yapılınca cemevlerine gelen elektrik faturaları dudak uçuklattı. Cami, kilise, mescit, sinagog gibi yerler ibadethane sayılırken cemevleri meğer ‘ticarethane’ statüsündeymiş. Oysa Cumhurbaşkanı, 2018 seçimleri öncesi bu sorunu çözeceğini vadetmişti. Dahası, AİHM’nin 2014 ve 2016’da, cemevlerinin ibadethane olduğuna ilişkin verdiği kararlar var.  Ama, kör kör parmağım gözüne adaletsizlik sürüyor. Sanki ‘din ticareti’ yapanlar, Alevilermiş gibi!

* Bizim -laiklikle yaşıt- ABD’li yazar ve düşünür Robert M. Pirsig’in (1928 – 2017) güzel bir özdeyişi var:

“Geçmiş yalnızca anılarımızda, gelecek yalnızca planlarımızda, şimdi ise bizim tek gerçeğimiz.”

Türkiye Türkleri olarak bizim gerçeğimiz de sanki bu ülkeden bir Atatürk geçmemiş, bize Anadolu Aydınlanması’nı yaşatmamış gibi hâlâ sine qua non’ saydığımız dinsel bağnazlıkta mıh gibi çakılıp kalmamız!

DİL YANLIŞLARIMIZ

Bir haber kanalının 2 Nisan 2022 günkü ana haber bülteninden:

“Şehirlerarası otobüs fiyatları zamlandı.”

Bize ne? Otobüs satın alacak olan firma sahipleri düşünsün!

Şaka bir yana… hem ekrana yazılan hem de sunucunun  seslendirdiği haber tümcesinde “fiyat” sözcüğünün yeri yok.

Doğrusu:

“Şehirlerarası taşıma ‘ücretleri’ zamlandı.”

Çünkü “fiyat; bir malın parasal karşılığıdır”.

Sunulan herhangi bir “hizmet”in karşılığı ise “ücret”.

* Ülkemizdeki zam bombardımanı, neredeyse Hiroşima ve Nagazaki’de yaşanan atom bombası faciaları boyutlarına tırmanırken haber bültenlerinde neler yer alacak ki!..

İşte, aynı kanalın 9 Nisan 2022 günkü bülteninde, aynı haber sunucusu:

“Mobil aramalarda ‘azamii’ ücret yüzde 40 zamlandı.”

Sunucunun yalnızca son hecesini uzun okuduğu Arapça kökenli “azami” sözcüğü, bilindiği gibi hem ilk hem de son heceleri uzun olarak sesletilir: ‘aazamii’.

En çok, en üst, en büyük, en yüksek (derece, nicelik), anlamlarında.

Sunucu kızımızın, “pahalı” sözcüğünü, üstüne basa basa çift ‘l’ ile ‘pahallı’ diye söylemesi de cabası.

Toplumca “şakulü (çekülü) kaymış” olmak, böyle bir şey mi acaba?

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Yoksul yurdumun yirmi yıllık kalkınma (!) güncesi;

Boz, dünya incisi Atatürk Havalimanı’nı,

Kondur yerine ‘yat yuvarlan’ Millet Bahçesi,

Kalkınsın, milletin a’sına abone, beşibiryerde’si!..