Bir Rus atasözü:
“Rus’u kazı, altından Kazak çıkar.”
Kazaklar Türksoylu olduklarına göre, Aristo mantığı, öteki adıyla düz mantık kullanırsak:
“Rus’u kazı altından Kazak, onu da kazırsan altından Türk çıkar.”
Asya’yı karış karış dolaşıp Türklerin tarih sahnesindeki izlerini süren değerli bilim insanı Prof. Dr. Ahmet Taşağıl (doğ. 1964), Rusya topraklarındaki Sibirya’nın adının, Sabir (ya da Sabar) Türkleri’nden geldiği yolundaki savı aktarmıştı (1).
“Batı Kazakistan ve Sibirya bozkırlarından çıkan Sabarlar, Kafkaslar’a gelerek ayrı bir devlet kurmuşlardır. Üstelik bunların, Boraık isminde kadın hükümdarları da vardır. Sabarlar, yüksek kültürleriyle kendi etraflarında büyük tesirler yapmışlardır.” (2)
(Bu arada, kışın hava sıcaklığının eksi altmış derecenin altına düşebildiği Sibirya’da, Sabir Türklerinden günümüze erişenlerin, “Biz buzdolabını ısınmak için kullanıyoruz!” diye şaka yaptıkları da söylenirmiş.)
ŞOLOHOV’UN NAMUSU
Rus yazar Mihail Şolohov (1905 – 1984) da anne tarafından Kazak’tı. 1965 Nobel Edebiyat Ödüllü yazar, “Don (Nehri) Hikâyeleri”nde, Bolşevik Devrimi sırasında yaşanan iç savaşı anlatır. Bağımsızlık mücadelesi veren Kazaklar’la, aralarında birçok Kazak’ın da bulunduğu Sovyet askerlerinin / militanlarının şiddetli çatışmalarını… (3)
“Don Hikâyeleri”nin ilk sayfalarını okurken Şolohov’un şiddeti kutsadığını sanabilirsiniz. Oysa yazar, insanın savaşırkenki yabanıllığını (vahşet) iyice yüzünüze vurur ki sizi yeterince barışçıl kılabilsin.
Aydın namusunun bir başka doğal gereği de bireysel özgürlükleri korumaktır Şolohov’a göre. İnanılması güç ama gerçek: Bu uğurda, Nobel Edebiyat Ödülü olarak kazandığı paranın önemli bir bölümünü, II. Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından yıkılan bir kilisenin onarımına harcamıştır. Kendisi, dinibütün bir edebiyatçı olmalı, diye düşünebilirsiniz. Hayır, Şolohov Tanrıtanımazdı (ate). Yıkılan kiliseyi onartması, sanırız hem faşizme karşı duruşunun simgesi hem de insanların din ve vicdan özgürlüğüne saygısının göstergesidir.
Biliyorsunuz; bizim din -siyaset tacirleri, ‘ballı rant’ söz konusu olunca cami yıkmakta hiç ikircikli davranmazlar.
YALIN GÜZELDİR
Şolohov’un, oya gibi işlenmiş, en özenli film senaryolarındaki ince ayrıntıları içeren öykülerinden dem vurunca değinmeden geçemeyeceğiz:
TRT-2’de önceki hafta, Kazak şair Mukağali Makataev’in (1931 – 1976) yaşamını konu alan bir film gösterildi.
Özgün dilinde (altyazılı) yayımlanan, yönetmenliğini Bolat Kalimbetov’un yaptığı 2021 yılı yapımı filmdeki Türkçe sözcük sayısı şaşırtıcıydı:
“toprak, yol, yenge, sabır (Arapça kökenli), unut(mak)…” not alabildiklerimizden yalnızca kimileri.
Makataev, bizim Behçet Necatigil’inkine (1916 – 1979) çok benzeyen ‘şiirde yalınlık’ anlayışını benimsemiş bir şair.
Necatigil’in “Kitaplarda Ölmek” adlı şiiri, bizce ‘yalınlığın, süssüzlüğün, foyasızlığın doğal ışıltısına, parıltılı görkemine’ güzel bir örnektir:
“Adı, soyadı /Açılır parantez / Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti /
Kapanır parantez.
… Parantezin içindeki çizgi / Ne varsa orda / Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda. (…)”
Mukağali Makataev de kendi -olası- ömrünü dizelere dökmüş:
“Kısa şiir gibi kısa olur / Diye düşünürdüm, / Uzun oldun, ömrüm…”
Oysa yalnızca 45 yıl yaşamış, Kazak şair.
Gerçi, dizelerle dopdolu geçen her “şiir yılı”nın; bildiğimiz ‘on iki aylık zaman diliminden uzun olduğu’ yorumu yapılabilir.
Gelgelelim, madalyonun bir de insanlık adına utanç verici yüzü var…
ŞAİR YÜREĞİNE BIÇAK
Necatigil’in deyişiyle “parantez içindeki çizgi”si neler içermiyor ki Makataev’in!
Örneğin, sanki doğum sancıları çekerek ilk şiirini kaleme almasını, şiirleştirmiş:
“… Pır etti ansızın ilkim,
Açtı (aştı) dünya eşiğini.
Öttü yıl kuşum, bebeğim…”
Yer yer güz baygını doğa renkleriyle de insanı alıp götüren filmde; Kazak şairin, şiirle arasındaki bir tür göbek bağı, şu sözüyle vurgulanıyor :
“Bana zincir takmalılar, vücudumdan şiiri ayırmak için.”
Ne yazık ki o zinciri takıyorlar. Önce oğlu Aybar’a yaşatılanlar kanatmaya başlıyor, Makataev’in şair yüreğini. Küçük çocuğu Aybar okulda, yasaklı bir şairin dizelerini okuduğu savıyla gözaltına alınıyor. Kitabı Aybar’a veren de Makataev’in kendisi. Oğlunun uğradığı öldürücü zulme, bir de vicdan azabı; derken kızını trajik bir biçimde yitirmesi eklenince şairin tarifsiz acısı katmerleniyor.
Ardından, Makataev’in kendisi üzüntüden, sağaltımı bilinmeyen bir hastalığa yakalanıyor. Kaçınılmaz sona adım adım yaklaştığı iki yılda sekiz şiir kitabı yayımlıyor. Bedeninde sağlam kalmış her hücreyi dizelere dökebilme istencinin itici gücüyle sanki…
CANİ RUHLULARA İNAT
Önümüzdeki 9 Şubat, pek çok sanatçı gibi, değeri ölümünden sonra anlaşılan Mukağali Makataev’in 93’üncü doğum yıl dönümü.
Biz de şimdiden kutluyor, kutsal ışıklar içinde uyusun, diyoruz.
Yazımızın başlığını, Salâh Birsel’in bir kitabının (4) adından ödünç aldık.
Biri, “İsviçre’de roman yazılmaz; çünkü cinayet işlenmez.” demiş.
Şiirse her yerde, her durumda yazılıyor.
‘Kazıyınca altından Türk çıkan’ Kazak şair Makataev’inkiler gibi.
Dünyayı, ‘metastaz’ yapmış kanserli hücreler örneği dört bir yandan sarmış olan…
Özgür düşünce, insanlık, hak, hukuk, uygarlık, doğa düşmanı…
Cani ruhlulara inat.
DİL YANLIŞLARIMIZ
Muhalif parti miletvekillerinden biri, Saray’ın yalnızca “bir günlük” masrafının, “üç bin beş yüz emeklinin maaşına denk düştüğünü” söylerken şöyle dedi:
“16 milyon emekli, yapılacak ‘zama’ gözünü çevirmişken…”
Arapça kökenli “zam” sözcüğünün, ünlüyle başlayan ek aldığında son sesi ‘m’ ikizleşir:
“zammı, zamma…”
Aynı konuda, hemen tüm tv kanallarının düştüğü dil yanlışı:
“Emeklilere yapılan zam oranı…”
Emeklilere ‘zam oranı’ yapılmadı; zam yapıldı.
Dolayısıyla sözün doğrusu:
“Emeklilere yapılan zammın oranı…”
Anakent belediye başkanlarımızdan biri, yönettiği kentin metro yapımı için devlet bütçesinden ayrılan payın sadece “üç bin lira” gibi gülünç bir miktar olmasından yakınırken şöyle dedi:
“Hakketmediğimiz bu tabloyu mutlaka değiştireceğiz.”
‘Bir emek karşılığı hakkı olan şeyi elde etmek, hak kazanmak’ anlamındaki yardımcı eylemli bileşik eylem, ayrı yazılır:
“Hak etmek”
‘Çift k’ ile bitişik yazılıp aynı biçimde okunan “hakketmek” eylemi ise ‘ahşap ya da maden üzerine resim, yazı oymak veya oyulmuş olanları kazıyarak silmek’ demek.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Dolmuşla gittik Ay’a
Emeklim kaldı yaya;
Elli beş milyon dolar,
Rüyanda döner oy’a!..
1) Prof. Dr. Ahmet Taşağıl; “Gökbörü’nün İzinde – Kadim Türklerin Topraklarında”, Kronik Kitap, sayfa 13
2) Agy. sayfa 251
3) Daha fazla ayrıntı için bkz. 12 Ocak 2022 tarihli YeniGün’deki yazımız.
4) Salâh Birsel; “Şiir ve Cinayet”, Deneme, Çağdaş Yayınlar, 1975, İstanbul