Her açıdan ağır geçen kışı atlatmamıza bir haftadan az zaman kaldı.
Doğa, erken ilkyaz yağmurlarıyla elini, yüzünü yudu.
Betona tapanlar, tapınadursunlar…
Bizim ‘kurtarılmış’ küçücük toprak parçası bahçelerimizde ya da hemen her köşe başında onlara direnen her tondan yeşil güzellikler tomurcuğa durdu.
Bahar dalları yasak tanımıyor.
Yazı masasının başına her zamanki düzence (disiplin) ile oturduktan sonra kısa süre içinde yaşadığımız gibi…
Beynimize yerleştirilen polisler, göğüs kafesimizde yürek daraltan cendereler veya en hafifinden ‘Ne derler?’ kaygısı bizi, yazarken de Çin Seddi benzeri çerçevenin içinde kalmaya zorluyor.
Ama, bir bakıyorsunuz bilgisayarınızın tuşlarından dökülen bir harf, koca seddin bir burcuna çelik kancasını takmış tırmanıyor; diğerleri onu izleyip yukarılarda sözcükler oluşturuyor; derken hepsi art arda dizilip ‘istenmeyen tümceler’ olarak el birliğiyle seddi aşıyor.
İnsan onuru, yasak tanımıyor.
.
BAKIRKÖYLÜK (!) ÖYKÜ
.
Sanata, sanatçısına, bizim kadar ihanet edilen ülke çok azdır.
* Bakırköylü Sanatçılar Derneği (BASAD); yaklaşık yirmi yıldır kullandığı, 1908’den bu yana da okul ve Bakırköy Halkevi olarak faaliyet gösteren tarihsel konaktan kovuldu. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü, gerekçe olarak ‘buraya kütüphane yapılacağını’ öne sürüyor. Ama, paha biçilmez binanın birilerine peşkeş çekildiğine ilişkin herkes kalıbını basıyor. (1)
* Münir Özkul’dan Adile Naşit’e, Tarık Akan’dan Cem Karaca’ya… değerli sanatçıların yetiştiği kültür ocağı BASAD’ın binası, sıkı durun; aslında CHP’ye aitmiş. 1950 yılında, dönemin zorbası Demokrat Parti (DP) tarafından konağa el konulmuş. ‘Uyan da balığa gidelim partisi’ CHP, açtığı ‘tapu iade ve tescil davası’nı kazanırsa BASAD, yuvasına geri dönebilecek.
.
‘ÖYLE OLMAZ, BÖYLE OLUR’
.
* Klasik Batı Müziği dalında dünyadaki övünç kaynağımız besteci / piyanist Fazıl Say’a, ‘iktidar yanlısı’ olduğu belirtilen kimi kişiler, sosyal medyada “yamuk ağızlı” diye yazarak hakaret ettiler. Sanatçı, sıradan insanı yerin dibine geçirecek bir yanıt vererek “Bu benim kırıldığım, alındığım bir şey değildir. Ben tavşan dudak doğumluyum (3 dudak). Zordur. Dört ameliyatım var. Yine de; Görüntü tam düzelmez. Gerçek bu. Fiziksel olarak durum bu.” deyip ekledi: “Dünyada ve ülkemde bazı şeyleri başardığımı ve çok ürün bıraktığımı düşünüyorum.”
Galiba, hakaretin altında, bu son tümcedeki gerçek yatıyor.
* Birileri de yine evrensel müzik insanımız Tarkan’ın altı yıl önce bestelediği “Cuppa” şarkısıyla ‘cunta’ istemiş olabileceğini öne sürdüler. Dahası, şarkının sözlerini FETÖ liderinin yazdığı imasında bulundular. Saçmanın saçması sava, Tarkan’dan geçen hafta ‘öyle olmaz, böyle olur’ anlamındaki müzikli yanıt geldi:
“Geç’çek geççek, elbet bu da geç’çek / …Yeter babam artık, düş yakamızdan.”
* Şarkı, on milyonlarca kez izlendi. Ama, egemenler Tarkan’a en azından biz bu satırları yazdığımız güne değin haddini (!) bildiremediler. Şarkıya yayın yasağı da koydurtamadılar. Herhâlde dünya özgürlükler sıralamasında yerlerde sürünürken bir de ‘dünya sanatçısı’ Tarkan yüzünden ‘ti’ye alınmayı göze alamadılar.
* Tarkan, konservatuvarda Türk Sanat Müziği (TSM) eğitimi almıştı. Popüler müziği sonradan seçti. TSM’ye en çok emeği geçen şarkıcılardan biri, Bülent Ersoy’dur. 1970’li yıllarda neredeyse unutulmaya yüztutmuş bu türü, ardı ardına çıkardığı Klasik Türk Müziği kasetleriyle ‘güncelleyen’, yeni kuşaklara tanıtıp sevdiren Bülent Ersoy’dur. İşte, bu sanatçımıza geçen ay Anıtkabir’e yaptığı ziyaret sırasında şemsiye tutan albay, Hakkari’ye sürüldü. Türk subayı centilmendir (saygılı, görgülü, kibar). Ama, anlaşılan o ki 2022 Türkiye’sinde askerden de yalnızca zamanın ruhuna (!) selam çakması isteniyor.
.
ATATÜRK / M. N. SELÇUK
.
* TSK’nin öncesiz ve sonsuz (ezelî – ebedî) Başkomutanı Atatürk, Klasik Türk Müziği hayranıydı. Ancak, Ziya Gökalp’in etkisiyle 2 Kasım 1934’ten başlayarak radyolarda TSM çalınmasını yasaklattı. Sekiz ay sonra yanlıştan dönüp yasağı kaldırttı. Atamız, müzikle ilgili olarak bir ‘yanlıştan dönme’ öyküsünü de hayranı olduğu büyük bestekâr Münir Nurettin Selçuk’la yaşadı.
* Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun yazdığına göre (2) Büyük Önder, Fahrettin Altay Paşa ile çıktığı bir yurt gezisinde, trende kahve içiyordu. Ulusu’ya, “Gramofona bir plak koy da dinleyelim.” dedi. Ulusu da Münir Nurettin Selçuk’un bir plağını koydu. O anda Atatürk, gramofonu hemen kapattırdığı gibi hışımla yerinden kalktı ve Selçuk’un plaklarını tren penceresinden dışarıya fırlattı.
* “(Atatürk’e) Keyifli bir anında plakları niye attığını sorduk. Gülmeye başladı. ‘Münir Nurettin hani bir gece Dolmabahçe’ye gelmişti, sofrada şarkı söylerken ben de keyifliydim, söylediği şarkılara iştirak ediyordum. Bir müddet sonra şarkısını kesti ve yanıma gelip kulağıma, ‘Lütfen benimle beraber söylemeyin, şarkıyı bozuyorsunuz, ben rahat söyleyemiyorum’ dedi. Belki kimse sezmedi ama kendime mani oldum, ters bir şey söylemedim. Tabii şarkı bizim işimiz değil ama keyiflenmişiz, söylemeye çalışıyoruz. Beyefendiyi pek rahatsız etmişiz. O gece ona çok kırıldım, gücendim. Ama yine de plaklarını atmamalıydım, yanlış yaptım’ dedi.”
* İşte, ‘büyüdükçe küçülebilmek’ diye tanımlanabilecek Atatürk alçakgönüllülüğü. Kin tutmak bir yana, yanlış davrandığını kabullenme olgunluğu göstermek… Ata, Münir Nurettin’i bir başka gece yine Dolmabahçe’ye davet etti ama bu kez ondan, mahcup bir çocuk gibi şarkı isteğinde bile bulun(a)madı.
.
DİL YANLIŞLARIMIZ
.
* Tarkan’ın “Geççek” şarkı sözü, dil yanlışı içeriyor diye belli kesimlerce eleştirildi. “Geçmek” eyleminin gelecek zaman, üçüncü tekil kişi çekimi; “geçecek” olarak yazılır, ‘ünlülerin daralması’ kuralı gereği, “geçicek” diye okunur. Ancak halk ağzında yaygınlıkla kullanılan biçimi, bilindiği gibi “geççek”tir.
Tarkan’a çok yakıştı; dil yanlışı gibi durmuyor; tam tersine “dil (gönül) yarası”na hafiften merhem olmuş görünüyor.
* Bir market zincirinin çalışanları, haklı olarak ücretlerine zam istemiyle haftalardır eylem yapıyorlardı. Birkaç gün önce de işçilerden 100’ünün Beykoz’da polisçe kelepçelenerek gözaltına alınması, tepki çekti. Neyse ki ertesi gün salıverildiler.
İşçilerin son eylem yeri, en köklü düşün (fikir) gazetemiz dâhil medyada, “Beykoz’daki Hidiv Kasrı Caddesi” olarak geçti.
Osmanlı Devleti’nde Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan sonra Mısır valilerine verilen unvan; ilk ünlü harfi ‘ı’, ikincisi ‘i’ ile yazılır:
“Hıdiv”
Sözcük, TDK Güncel Türkçe Sözlük’ünde de “hidiv” diye -yanlış- geçiyor.
Doğrusu yine, Dil Derneği’nin Türkçe Sözlük’ünde.
.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Gazeteci Hülya Kılınç’ı
Ahlak Polisi’ni kullanıp da
Aşağıladığını sananlar!..
Amansız medya düşmanlığı,
Ta kendisidir halk düşmanlığının
Kalmadı, bugüne dek kimseye
Size de asla kalmayacak kâr.
.
1) Kalıbını basmak: Bütün varlığı ile onaylamak.
2) Nuri Ulusu; “Atatürk’ün Yanı Başında”, İstek Yayınları
TSM tutkunu Atatürk; Safiye Ayla, Müzeyyen Senar ve Münir Nurettin Selçuk’u severdi. Selçuk (sağda), huzurunda verdiği bir konserde Ata’yı uyaracak denli cesur bir sanatçıydı. Günümüzde, “Nâzım Oratoryosu” yapıtında Genco Erkal’la (sol altta) harikalar yaratan Fazıl Say, kendisine hakaret edenlere karşı uygar tavrıyla dikkat çekti. Bu arada Tarkan, altı yıl önceki “Cuppa” şarkısını şimdi gündeme getirip ‘cunta’ çağrışımı yaptığını öne sürenlere en çarpıcı yanıtı, yeni bestesi “Geççek” ile verdi.