Bedenimizin üst deri hücrelerinden her gün kaç tanesi koparak gözle görülmeyen zerrecikler hâlinde havada kayboluyor dersiniz?
Murakami’nin “1Q84” romanında (Doğan Kitap, sayfa 674) okuyunca gözlerimize inanamamıştık:
Kırk milyon tane.
Bunun bir anlamı, birbirimizin bedenini soluyor oluşumuz. (Düşünün; sevdiklerimizle birlikte günahımız kadar sevmediğimiz insanlardan kopan zerrecikler ağzımızda, burnumuzda, akciğerlerimizde.)
İkincisi, üst deri hücrelerimizdeki gündelik yenilenme, uzun erimde bizi yaşlanmaktan koruyamıyor.
EN AĞIR ’21 GRAM’
Yaşlılıkta ruhlarımız da iki ayrı yöne evriliyor ya da savruluyor gibi; kimimizi, ‘olgunluk’ diye tanımlayabileceğimiz yaşam birikimi mutlu kılarken kimimizin ‘geçmiş zaman hesaplaşması’ cılızlaşan omzunda taşınamaz bir ağırlık oluşturuyor.
Oysa eski bir inanışa göre, insan ruhunun ağırlığı ’21 gram’mış . Ölünce bedenimiz sadece bu kadar bir ağırlığı yitiriyormuş. [Meksikalı yönetmen Inarritu, bu inanışı konu alan “21 Gram” (2003) filmiyle yedinci sanata bir başyapıt kazandırmıştı.]
‘ARGO’ KONUŞAN KIZ
Metro trenindeyiz. Karşımızda tertemiz yüzlü, 14 – 15 yaşlarında iki kız çocuğu oturuyor. Kızlardan biri, ağzını eliyle kapamadan, neredeyse bademcikleri görünecek denli esniyor. Sonra, arkadaşına söylediği şu sözle bizi daha da irkiltiyor:
– Sınavım var ama sallamıyorum!
Önemsememek anlamında argo bir eylem, kızın kullandığı:
“Sallamamak”.
Bir çocuk – genci, ağzından çıkan bir söz yüzünden yargılayacak değiliz.
Ama, onun neden böyle söylemiş olabileceğini düşünmekten de kendimizi alamıyoruz.
‘Bu eğitim dizgesi beni mutsuz ettiği için okuldan soğudum!’ mu demek istiyor?
‘Diplomalı işsizler ordusuna katılmak için mi bunca sınav gerginliğini göğüsleyeceğim?’ kaygısı onu böyle konuşturuyor belki.
Ya da yaşı gereği başındaki kavak yellerinin ‘eserekli’ kıldığı ruhsal yapısı onu ailesi, öğretmenleri, sevgilisi ve arkadaşlarıyla sık sık çatışmalara sürüklemektedir. Ve, kızımız kendini argoyla daha iyi anlattığı kanısındadır.
15 YAŞIN ÖNEMİ
15 yaş civarı, hayatımızın en önemli kilometre taşlarından. Pek çok yazın eseri kahramanında olduğu gibi:
Murakami’nin “Sahilde Kafka”sındaki baba ocağından kaçan Kafka Tamura, 15’inde.
Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”ndaki hasta kahraman da (yazarın kendisi) öyle.
Franz Kafka’nın “Amerika”sındaki, başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmeyen Karl Rossmann, 16’sında.
Edgar Allan Poe’nun, hayatını mahvettiği ‘esin perisi’ eşi “Anabelle Lee” ile Ömer Seyfettin’in “Yüksek Ökçeler”indeki Hatice (altmışında bir adamla evlendirilip hayata ve erkeklere küstüğü yıl) henüz 13’ünde…
Bizim metro treninde yalnızca ikisini gördüğümüz 2000’li yıllar gençliğinin romanı bir gün yazılır da ‘bedenimiz 21 gram hafiflemeden’ okuma şansına kavuşursak o kitabın ‘Kafkaesk’ olacağından ve bizi fena hâlde ‘sallayacağından’ korkarız.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Sitem etti La Fontaine / Yalaka koyuna: / Yine geldin oyuna / Tutmayacak hesabın / Salhane yolundayken / Satırını yalıyorsun hâlâ / Fabl takmayan kasabın!