Bugün, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü.
Büyük kentlerde yaşayan yurttaşlarımızın, ödenekli ya da özel tiyatrolardaki oyunları yılda bir kez de olsa ücretsiz izleme olanağına kavuştukları gün. Eğer siz de ‘tiyatrolu’ kentlerimizde ya da onların yakınında oturan şanslılardansanız fırsatı kaçırmayın.
Shakespeare (1564 – 1616), aynı adlı ünlü oyununda, kahramanı “Hamlet”i şöyle konuşturur:
“… Doğduğu gün de bugün de tiyatronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak. Gerçeği büyültmek ya da küçültmekle bilgisizleri güldürebilirsiniz ama bu bilenleri üzer; oysa bir tek bilgili dost, bilgisiz bütün bir kalabalıklardan daha önemli olmalı sizin için.” (Çev: Sabahattin Eyüboğlu, perde 3, sahne 2):
KELEBEK ETKİSİ
Daha önce de bu köşede yazdığımız tanımla, “tiyatro; insanı insana, insanla ve insanca anlatan” görkemli bir sanat dalı.
En basit bir tiyatro oyunundaki küçücük bir söz, bir replik; yaşamımızda, ruhumuzda yeni bir pencere açabilir. Oradan dünyaya, insanlara bakınca o güne değin hiç ayırdında olmadığımız gerçekleri görmeye başlayıp yaşam felsefemizi varsıllaştırabilir, derinleştirebiliriz.
Kaldı ki yalnız bireysel olarak değil, toplumca da buna çok gereksinimimiz var. Tiyatro penceresi aracılığıyla ‘keşfettiklerimizin’, bir tür “kelebek etkisi” ile toplumuza yayılması, hiç de düşük bir olasılık değildir.
Bu “kelebek etkisi”nin ne olduğunu kısaca anımsatalım. Amerikalı meteorolog ve matematikçi Edward Lorenz, “Kaos Kuramı” olarak da adlandırılan şu bilimselgerçeği ortaya koymuştu:
“İlkbaharda, Pekin’de bir kelebeğin kanat çırpması, sonbaharda Meksika Körfezi’ndeki fırtınaların yörüngesini değiştirir.”
‘RUH AÇLIĞI CİNAYETLERİ’
Bu yılki 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Ulusal Bildirisi’ni, Prof. Dr. Hülya Nutku kaleme aldı. Prof. Dr. Nutku, beğeniyle okuduğumuz bildirisinde; tiyatro sanatının,toplumları sağaltan (tedavi eden), bireyleri düşündüren, topluca katılımı sağlayan, takım ruhuyla yapılan, bir o kadar da izleyenleri ortak paydada birleştiren yapıcı gücüne dikkati çekiyor. Bu gücü reddedenlerin, gelişmemiş toplumlar olduğunu vurguluyor.
Tiyatromuzun mimarı Muhsin Ertuğrul’un, “Fırın açmayan ülkede insanlar aç kalır, ölür ama tiyatro açmayan bir ülkede insanlar ruhen aç kalır, birbirini öldürür.” haklıuyarısını aktarıyor.
Prof. Dr. Hülya Nutku, Atatürk’ün sanatı “bir ulusun can damarı” olarak nitelendirdiğini, tiyatro için de “Bir milletin kültür seviyesinin aynasıdır.” dediğini anımsatıp günümüz liderlerini sanatı desteklemeye çağırıyor.
Bu arada, politik çıkarı uğruna türlü insanî değerleri hiçe sayanlara boy aynası tutuyor:
“Tiyatro, izleyeni manipüle etmez, algı operasyonu yapmaz, inançlarla oynamaz; hâttâ tiyatro, gerçeği gizleyen örtüleri kaldıran bir sanattır.”
Biz de sadece dört gün sonra yapılacak 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri dolayısıyla yürüttükleri kampanyalarda kullandıkları akıl almaz üslupla Türk siyaset tarihinin en kötü sınavını verenlere, yukarıdaki görüşlerin ışığında sesleniyoruz:
– Politikacılar, haydi tiyatroya!
DİL YANLIŞLARIMIZ
Politikacıların, tiyatrocuları izleyerek yanlışlığını anlayabilecekleri bir hitabet şekli:
“Deklamasyon” (Fr. déclamation)
Konuşmanın şişirme, kof, tumturaklı biçimi. Duyguyla ilgisi olmayan, bağıra çağıra söz söyleme (*), anlamında.
Kimi siyasetçiler, türlü saçma sözlerini kitlelere bu şekilde konuşarak (deklamasyon yaparak) aktarınca haklı görüleceklerini vehmediyor olmalılar.
Öte yandan, bir düşün (fikir) gazetemiz, 13 Mart 2019 günkü sayısında, PEN Türkiye Yazarlar Derneğinin, “Cumartesi Anneleri”ni ödüllendirdiği haberini verdi. Gazetenin “Kültür” sayfasının manşetinde yer alan haberdeki şu resimaltı dikkatimizi çekti:
“Ödül törenine… Nadide Ocak’ta katıldı.”
Bir düşün gazetemizin “Kültür” (!) sayfası; “dahi” anlamındaki “da” bağlacı yerine, “-de” ekini kullanabilen editöre emanet. Yanmış gülüm keten helva!
Tümcenin doğrusu, bilindiği gibi şöyle olacak:
“Ödül törenine… Nadide Ocak da katıldı.”
Bu da bir tv kanalının, 25 Şubat 2019 tarihli yine “Kültür Turu” izlencesinden başlık (KJ):
“Zazaca Anadil Etkinliği Şişli’de”
Daha önce de bu köşede yazdık; “anadil” diye, ‘başka diller ve lehçeler türetmiş olan dil‘e denir; İngilizce, Fransızca, Almanca ve elbette Türkçe gibi… (Bu arada dilimizi küçümseyenlere kısa bir not: Türkçenin, Yakutça ve Çuvaşça diye iki ayrı dil doğuracak denli varsıl olduğunu unutmayın.)
Söz konusu başlıktaki doğru sözcük, “anadili”dir; çocuğun annesinden ve içinde yaşadığı topluluktan öğrendiği dil, anlamında.
Üstelik bu “anadil” yanlışı, vtr’den yinelenmekle kalmıyor; aynı “Kültür Turu”nda (!) ‘deniz düzeyinden yükseklik’ anlamına gelen ve ilk hecesi uzun sesletilmesi gereken“rakım” sözcüğünün, ‘benim alkollü içkim’ denilirmiş gibi dümdüz okunduğuna tanık oluyoruz.
Of ki ne of!..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
– Sizsizlik Özlemi-
Baştan ayağa
Çiçeğe kesmişken
Mavi Gezegen
Ölümse öldürmekse eğer
Gözünüzü bürüyen
Kötülük yorgunuyum bilesiniz
Sessizliğini çok özledim
Sizsizliğin.
(*) Nüzhet Şenbay; Söz ve Diksiyon Sanatı, YKY, sayfa 132