Epeydir görmüyoruz; eskiden karikatürcüler demokrasiyi, ‘doksan altmış doksan’ ölçülerinde genç ve güzel bir kız olarak çizerlerdi.
Halk arasında, güzeller için “Tanrı, çirkin şansı versin.” derler.
Kimi siyaset bilimcileri; ‘İkinci Adam’ İsmet İnönü’nün, ülkemizi çok partili düzene kavuşturduğu 1946 yılını, demokrasi deneyimi için çok erken sayarlar:
“İven kız ere varmaz, varsa da baht bulmaz.” (Evlilikte) Acele eden kız, eşini iyi seçemeyeceği için mutlu olamaz, anlamında atasözü.
Sanki bizimkiler, konakta yaşayıp da kısmet beğenmeyen paşa kızları!
İzmir’in bir mahallesinde, ortaöğrenim çağındaki 61 çocuğun derslere devamsız oldukları görülünce okuldan evlerine ‘tebligat’ yapılmış. Bildirim yazısını götüren muhtar, 11 – 14 yaşlarındaki çocuklardan çoğunun yoksulluktan okula gönderilemediğini ya da merdivenaltı dinsel (?) eğitim tuzaklarına çekildiğini, kızların bir bölümünün de evlendirilip kent dışına gittiklerini saptamış.
Bir anne babanın, ayağına ayakkabı alamadığı, cebine harçlık koyamadığı çocuğunu aç biilaç okula göndermemesi anlaşılabilir.
Ama onu, 11 – 14 yaşları arasında -büyük olasılık- bunak bir tecavüzcüyle evlendirmesi (!) anlaşılır iş değil.
İçinde bulunduğu koşullar ne olursa olsun; çocuk yaştaki kızının güzelliğini paraya çevirmek isteyen iskele babalarıyla güzelim ülkesini haraç mezat pazarlayan -neyse ki Türkiye’de böyleleri yok; söz gelimi, Latin Amerikalı- yöneticilerin cibilliyeti (yaradılış) arasında ne fark var!
ARİSTOTELES’TEN BERİ
“Etkileşim”, öz Türkçe bir sözcük. Türk Dilbilgisi’ne göre ‘işteş’ yani ‘birbirini karşılıklı olarak etkileme işi’ demek.
Öte yandan,”huy” Farsça; ‘insanın yaradılış ve ruh özelliklerinin bütünü’ anlamında.
Ülkeyi yönetenler başka gezegenlerden gelmiyor, bizim aramızdan çıkıyorlar.
Onlar gelip geçici, kalıcı olan ise halk.
Bir toplum, kendisini uzun yıllar yönetenlerin huyundan suyundan hangi ölçüde etkilenir?
Yöneticisiyle halk arasındaki etkileşime, evrensel diyebileceğimiz bir örneği, Eski Yunan düşünürü Aristoteles, İÖ 329 -325 yılları arasında “Atinalıların Devleti”nde vermiş:
“(Devleti yöneten) Kleon’un, öfke ve şiddeti yüzünden halkı iyice bozmuş olduğu anlaşılıyor. İlk olarak sözcü kürsüsünde bağırıp çağıran, sövüp sayan budur.” (1)
Aynı saptamayı, Aristoteles’in kitabını özetleyen Herakleides (2) yineliyor:
“Kleon başa geçince devlette düzen, yurttaşlarda sağduyu kalmadı.” (3)
KİMSE DEVLET DEĞİL
Devlet düzeninin bozulmasıyla, yurttaşlarda “sağduyu” (doğru, akla uygun yargılar verme yeteneği, aklıselim) kalmaması arasında nasıl bir bağıntı olabilir? diye düşünenlere…
Önce “Devlet nedir ya da kimdir?” sorusunun yanıtına bakmak gerek.
Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın tanımlamasıyla “devlet; milletin örgütlenmiş hâlidir.”
Peki, millet niçin örgütlenir?
Onun yanıtını da Jean-Jacques Rousseau (1712 -1778), ‘Toplum Sözleşmesi’ ile vermiş:
Toplumdaki her bireyin hakkını, varlıklarını koruyacak genel bir yönetim oluşturulmalı. Bu yönetim, devlettir. O devlet ki bireylerden her birinin canını, malını ortak güçle savunmalı; orada her insan hem herkesle birleştiği hâlde yine kendi buyruğunda hem de eskisi kadar özgür kalabilmeli. Devlet, ülkeyi yönetenlere yani iktidara değil, halka ait olmalı. (4)
SEÇİM OLUR MU?..
Peki, evrensel bakış açısıyla ulaşılan bu düşünür saptamalarının bizlerle özdeş yanı yok mu?
Eski Yunan’da halk kesimlerinin, Kleon’un öfke ve şiddetinden etkilendiği gibi; 2022 Türkiye’sinde örneğin geçen cumartesi günü Trabzon’da, on yaşındaki bir çocuğa, ana muhalefet lideri için ‘hain’ dedirtilmesi ve partili kalabalığın bu vahameti çılgınca alkışlaması çok düşündürücü.
Bir başka deyişle üst düzey saldırıları, sistematik anayasa ve yasa ihlallerini yapanlarla onların marifetlerinden kendine ‘vazife’ çıkaranlarımız arasında tarihsel ‘huy’ ortaklığı ya da ruh ikizliği var.
Bu acı / acıtıcı gerçeğin ışığında, kişisel olarak kapıldığımız korku şu:
Türk toplumunun; ailesini geçindirip çocuklarına devletçe çağcıl eğitim verilmesini; başarılı çocuğunun canına kıymayı seçecek denli çaresizliğe itilmeyip mesleğini yapabilmesini; yaşam biçimine karışılmamasını… isteyen geniş kesimleri, daha önce hiç görülmemiş tehditler altında, kışkırtmaların hedefinde.
İşte, bu masum kitlelerin, kendilerine kurulup sanki her gün berkitilen tuzaklara -Tanrı esirgesin- düşmesiyle çıkacak çatışmalar, iktidar için en geç 2023 Haziran’ında yapılması gereken seçimleri rafa kaldırmanın mazereti olabilir.
Tüm kamuoyu yoklamaları ‘bu iktidar gidici’ sonucunu verirken “Ülkenin sokulduğu kargaşa ortamında seçimlerin sağlıklı olarak yapılamayacağı…” gibi bahaneye, can simidi örneği sarılabilirler.
Çünkü, “patron, mutlu son istiyor”!
SANATIN TAKLİDİ HAYAT
“Patron Mutlu Son İstiyor” sözünü, Kıvanç Baruönü’nün yönettiği, senaryosunu Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı 2014 yapımı sinema filminden ödünç aldık.
Ama bu söz bize, Tolga Çevik ile Ezgi Mola’nın sevimli oyunculuklarıyla renklendirdikleri filmden çok, Padişah II. Abdülhamit‘in yaşamından bir kesiti anımsattı.
Şöyle:
Fransız yazar Aleksandre Dumas, hoppa sevgilisi Marie Duplessis‘den esinlenerek “Kamelyalı Kadın” romanını yazdı. İtalyan besteci Verdi, romanı “La Traviata” (İtalyancada ‘kötü yola düşmüş kadın’) adıyla operaya uyarladı.
Padişah II. Abdülhamit (1842 – 1918) bir operaseverdi. Yaşadığı Yıldız Sarayı’na, 1889’da bir tiyatro / opera sahnesi yaptırmıştı. “La Traviata”, padişahın İtalya’dan getirttiği Arturo Stravolo‘nun yönetiminde Yıldız Sarayı’nda sahnelendi.
Küçük (!) bir değişiklikle:
Operanın finalinde, anti kahraman Violetta Valery ölüyordu. Oysa, Abdülhamit ‘mutsuz son’ sevmiyordu. İnanılması çok güç ama gerçek; bu yüzden yapıtın finali değiştirildi; Violetta, ‘padişah kararıyla’ ölümden kurtuldu!
Abdülhamit; Arturo Stravolo‘nun opera yönetimini -ve de bir başyapıtı kendi isteğine uygun biçimde değiştirmesini- beğendiği için onu önce “Bey” unvanıyla Saray Tiyatro Sahnesi’nin başına getirdi. Sonra da kaymakam olarak atadı. Şaka değil; kaymakam. 1956’da ölen ‘İtalyan kaymakam’, İstanbul Feriköy’deki Latin Katolik Mezarlığı’nda yatıyor.
Hepimiz gibi o da bir ölümlüydü.
Toprağı bol olsun.
Ne diyelim?
Şişman kadın çıkmadan opera bitmezmiş.
(Doksan altmış doksan ölçülerinde demokrasi değil şimdilik beklediğimiz!)
Öküz altında buzağı aranmasın; gelecek olanın, yani halk için mutlu sonun, elbette sandıktan gelmesini bekliyoruz.
Hayırlısıyla…
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Kindar nesil aşkı, içimde yara;
‘Beşikten destek’ için iktidara
‘Bay Kemal hain, terörist’ diye
Niçin yazılmaz ki biberonlara!
1) Aristoteles; “Atinalıların Devleti”, Cumhuriyet Yayını, çev. Suad Yakup Baydur, 1998, sayfa 50
2) Bu kişi, bildiğimiz Efesli düşünür Herakleitos (İÖ 535 – 475) değil.
3) A.g.y. sayfa 110
4) Jean – Jacques Rousseau;Toplum Sözleşmesi, T. İş Bankası Kültür Yayını. (Vikipedi, özgür ansiklopedi)