MEDYA İLE BAŞ EDİLEMEZ

“Bu gazete (dergi); Cuma günleri saat sekizde çıkar. Sekizle dokuz arasında fırsat bulursa satılır. Dokuzda toplatılır. Saat onda muharrirleri (yazarları) sorguya çekilen Basın Hürriyetinin kurbanı felaketzede bir gazetedir.”
Yukarıdaki ‘trajikomik’ yazı, 1946 – 1949 yılları arasında yayımlanan haftalık Markopaşa dergisinin kapağında yer aldı. İmleğinin (logo) üzerine atılan “Toplanmadığı Zamanlarda Çıkar” başlığıyla…
Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Şerif Hulusi ve karikatürist Mim Uykusuz’un yayımladıkları derginin bir başka sloganı da şuydu:
“Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar.”

74 YIL SONRA ‘İLHAM VERİCİ’!..

Makropaşa’nın sloganları; günümüzde Tele-1 yetkililerine, ekrana atacakları başlık için fikir verebilir:
“Ekranı karartılmadığı zaman izlenebilir.”
“Yöneticileri hapishanede olmadığı zamanlar yayın yapar.”
Aslında, işin şakaya gelir yanı yok; Tele 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, bilindiği gibi Kurban Bayramı arifesinde, tv kanalına gelen polislerce gözaltına alındı. Ardından da tutuklandı. O gün bugündür hapiste. Avukatının verdiği bilgiye göre, hakkındaki iddia, uzun bir izlenceden, PKK lideri Öcalan ile ilgili ‘cımbızlanan’ üç dört dakikalık konuşmasına dayanıyor.
“Suçu ve suçluyu övdüğü” ve “terör örgütü propagandası yaptığı” savlarıyla yargılanacak.

‘TGC: TARİHE KARA LEKE’

Yanardağ’ın tutuklanmasının ardından RTÜK de Tele 1’e “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” ve “terörü övdüğü” savlarıyla yedi gün ekran karartma, beş kez program durdurma ve yüzde beş para cezası verdi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), kararı sert bir dille eleştirdi:
“RTÜK bağımsız ve eleştirel medya kuruluşlarına ceza vererek yurttaşın bilgiye erişim hakkını engellemeye devam etmektedir. RTÜK’ün kararları ölçüsüz, orantısız ve Anayasa’ya aykırıdır.” (…)
TGC, bu cezaları, “basın tarihine geçen kara bir leke” olarak nitelendirdi.
RTÜK’ün cezalarından Halk TV, Foks TV, Flash Haber de nasibini aldı!
Üstelik, bu cezalandırmalarda adaletsizliği katmerlendiren bir durum da sürekli yaşanıyor. İlgili tv kanalı, cezaya itiraz için mahkemeye başvuruyor ama başvurusunun sonucu beklenmeden ceza uygulanıyor. Söz gelimi, yargıdan yürütmeyi durdurma kararı çıksa bile ekran karatılmış oluyor.
Tut kelin perçeminden!

ABDÜLHAMİT’E RAHMET!

Hâlen yürürlükte (?) bulunan T. C. Anayasası’nın 28. maddesinde, “Basın hürdür, sansür edilemez.” deniliyor.
Ama, Türk medyası hiçbir zaman özgür olmadı.
Basına sansür açısından en karanlık yıllar olarak bilinen Padişah II. Abdülhamit dönemine mi özeniliyor?
Ahmet Rasim (1864 – 1932), söz konusu dönemin sansür memurlarından Hıfzı Beyle aralarında geçen ‘trajikomik’ konuşmayı anılarında anlatır. (1)
Ünlü gazeteci / yazar, hangi sözcüklerin ‘yasaklı’ olduğunu sansürcüden öğrenmek ister. Aldığı yanıt, insanı gülmekle ağlamak arasında bırakacak türdendir:
— Onu ben de bilmem. Yalnız size şu kadarını söyleyeyim ki siz anlayınız: Hangi yazınızı en çok beğenerek yazarsanız, ‘Oh! Ne güzel oldu.’ derseniz, benim onu çizeceğimi biliniz.

CHP’DEN AKP’YE…

AKP’nin ‘mücadele edeceği’ sözünü vererek iktidara geldiği “3 Y”den biri, “Yasaklar” idi (diğerleri: Yoksulluk, Yolsuzluk).
İktidar bu arada, tek partili yıllardaki, özellikle İsmet İnönü’nün Millî Şef’liği dönemindeki antidemokratik uygulamaları her fırsatta eleştiriyor.
Bunlardan, ‘camilerin ahır yapıldığı’ boş lafını bir yana bırakırsak basın tarihimiz açısından CHP’nin demokrasi dışı uygulamalarından en az biri dikkat çekicidir.
(Tabii bu arada İnönü’nün, Türkiye’yi çok partili rejimi geçiren kişi olduğunu da unutmamak gerekiyor.)
Yayın yaşamına kerelerce ‘zorunlu ara’ verilen Markopaşa’nın kapatılma nedenlerinden biri, imleğindeki ‘paşa’ sözcüğünün “Milî Şef” İsmet (İnönü) Paşa ile alay etmek için konulduğu savıydı.
Kafadar aydınlarımız yılmayıp kapatılan Markopaşa’yı bu kez de ardı ardına Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa adlarıyla yayımlamayı sürdürdüler.
Üstelik dergiyi koltuklarının altında satarak dönemin rekoru olan 60 bin satış rakamına ulaştırdılar.

SARTRE’A ÖRNEK Mİ?

Gerçek aydın hep inançlı, dirençli; her zaman ‘kelle koltukta’; kimi zaman da ‘gazete / dergi / bildiri koltukta’, insanlara ışık saçmaya çalışır.
Amerikalı gazeteci E. Pulliam’ın güzel bir sözü var; “Türk meslektaşlarım, dünyanın en cesur insanları.” diye…
Bizim aslan yürekli Markopaşacılar, Fransız düşünür Jean – Paul Sartre’a (1905 – 1980) bile ‘koltuğunun altında gazete satması’ için örnek olmuşlardır belki de.
Bu noktada anımsatacağımız öykücük (anekdot); Fransa gibi bir ileri Batı ülkesi yöneticisinin, zalim bir sömürgeci olsa da hiç değilse ‘kendi aydınını koruduğunu’ gösteren, bizim için ‘kıskanılası’ bir durumu yansıtıyor.
Sartre; Fransa’nın Cezayir’i işgaline karşı çıkan aydınların başında gelir. Bu amaçla 1950’li yılların sonunda Paris sokaklarında bildiri dağıtırken iddiaya göre, polisçe gözaltına alınmak istenir.
Durumu öğrenen asker kökenli, çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün, şu talimatı verdiğini öne sürülür:
— Derhal serbest bırakın. Sartre, Fransa’dır!
Ünlü düşünür, bir başka sokak eylemini ise ülkesinde öğrenci hareketlerinin yoğunlaştığı 1970’te yapar. La Cause du Peuple (Halkın Davası) gazetesinin iki yöneticisi tutuklanınca gazetenin başına geçer. Bu kez uzatmalı sevgilisi yazar Simone de Beauvoir ve film yönetmeni François Truffault ile birlikte sokağa çıkıp koltuğunun altında gazete satar.

S. ALİ’NİN HAZİN SONU

Sartre ile S. Ali’nin ‘mücadele’ ile geçen yaşamları, birbirinden çok farklı bir seyir izleyip farklı noktalanır.
Cumhurbaşkanı de Gaulle’ün “O, Fransa’dır!” dediği Sartre, önce ruh sağlığını sonra da beden sağlığını yitirir ama 75 yaşına değin yaşar.
S. Ali ise hakkında açılan davaların ardı arkası kesilmeyince doğduğu topraklara, Bulgaristan Eğridere’ye kaçmayı dener. Kendisine rehberlik etme bahanesiyle yaklaşan -sonradan istihbaratçı olduğu ortaya çıkacak- biri tarafından vahşice, başına sopayla vurularak öldürülür.
Yıl 1948’dir ve S. Ali, bu dünyadan koparıldığında, sadece 41 yaşındadır.
Öldürüldü dedikse elbette sözün gelişi…
O, ölümsüz; yazdığı öyküler, şiirler, romanların yanı sıra basın tarihimizde önemli bir yeri olan Markopaşa dergisi ile de yaşıyor.
Üstelik, Markopaşa yayımcıları, derginin adını sürekli değiştirmek zorunda kalırken ‘paşa’dan vazgeçip başyazar Sabahattin Ali’den esinle “Ali Baba”yı seçmişlerdir.
Ali Baba’nın ilk sayısında, söz konusu ad değişikliğini, dönemin baskı düzenine yanıt olarak – bizim burada yineleyemeyeceğimiz- ‘sunturlu’ sözlerle açıklarlar.
‘Baba’ sözcüğünün argodaki anlamını kullanarak…
Gazeteciyle hele mizahçıyla baş edilebilir mi!

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

‘Akılcı’ iktisatta akıl kaybı modeli;
‘Bir lokma bir hırka’ zammı isteyen ‘deli’!
Ne yer ne içer ne de şikâyet eder;
En sevdikleri vatandaş, ‘ölü emekli’.

1) Hıfzı Topuz; “Türk Basın Tarihi”, Remzi Kitabevi, Birinci Baskı, Kasım 2003, sayfa 57