KÖPRÜ’DEN NE GEÇTİ

On gün önce girdiğimiz 2024 yılı; laik Cumhuriyet felsefesini oluşturan “Üç Devrim Yasası”nın kabulünün 100. yıl dönümü.
3 Mart 1924’te Millet Meclisi’nden geçen bu üç yasadan biriyle ülkemizde “hilafet kaldırıldı”.
Diğer iki Devrim Yasasını sona bırakarak önce “hilafet” açısından durumumuza bir göz atalım:
İslamdaki, hiç kimsenin “Tanrı ile kul arasına giremeyeceği” ilkesine karşın “O’nun elçisi Hz. Muhammet’in yerine halife getirmek” gibi yalnız ‘çağ dışı’ değil, ‘din dışı’ anlayış; uygun siyasal iklimi bulduğu 2024 Türkiye’sinde yeniden gem’i azıya aldı.
Yeri doldurulamayan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk (1951 – 2016), bu konuda şöyle diyordu (1):
“… Hz. Muhammet’in halifesi olmaz, olamaz. Devlet başkanlığı görevini kutsal bir desteğe ulaştırmak için onu, ‘Peygamber’in yerine geçen kişiler kurumu’na dönüştürmek, dinin ruhuna tamamen terstir. Bunu mazur göstermede kullanılan teviller (söz ya da davranışa başka anlam vermek) ne olursa olsun sapma ortadan kalkmaz.”

HİLAFET BAYRAK AÇTI

Rahmetlik Prof. Öztürk gibi, Kuranıkerim’i hem sözü hem de özüyle içselleştirmiş din bilginlerimizin uygarca yorumlarına kulak asmayan ‘Cumhuriyet ve demokrasi karşıtı’ kesimlerin ‘hilafet’ tutkusu hiç dinmedi.
Aynı çevreler, bu yıla da İstanbul’un, ‘her türlü gösteri yürüyüşüne kapalı’ diye bildiğimiz Galata Köprüsü’nde, belli haykırışlarla yeşil renkli hilafet / tevhid bayrakları açarak girdiler.
Mitinge, eski / yeni kimi bakanların da katılmaları ilginçti (!).
Sanırız kimsenin dikkatini pek çekmedi ama bizce bir başka ilginçlik (!) de miting için bölge seçimiydi.
Takkeli, cübbeli, şalvarlı binlerce kişilik gösterici kalabalığının bir ucu, adını Musevi dinini benimsemiş “Karai(m) Türkleri”nden alan Karaköy’de (Karaiköy), öteki ucu Yahudiler’in kentteki en eski yerleşim yeri olan ve İstanbul’un çok katlı ilk binalarını diktikleri Eminönü’ndeydi.
Bu yolla, İstanbul’da gayrimüslim nüfusun hedef alındığı, tüyler ürpertici 6 – 7 Eylül 1955 Olayları özelinde, ‘tehdit’ içeren bir ‘bellek tazeleme’ mi amaçlanıyordu?
Ya da bizim bu konuda kapıldığımız bir paranoya mı? diye düşünmekten kendimizi alamadık.

MERAKLA BEKLENEN

Söz konusu mitinge, eğitim kurumu olduğu öne sürülen TÜGVA’nın başkanı Bilal Erdoğan’ın öncülük etmesinde ise elbette bir olağandışılık yoktu. Onun, gösterici kalabalığa seslenip “İsrail’e boykotun sürdürüleceğine söz verdirmesi” de.
Yine de biz, gazeteci dürtüsüyle merak içindeyiz:
Bilal Beyin bu sözlerinden; Türkiye ile İsrail arasında, AKP’li yıllarda 2002’den 2022’ye değin yüzde beş yüz oranında arttığı öne sürülen ticarete son verileceğini mi anlamamız gerekiyor?
Aynı çerçevede İsrail’in, işgali altındaki Filistin toprağı olan Batı Şeria’da kurmakta olduğu yeni Yahudi yerleşim yerleri için inşaat gereçlerini, örneğin beyaz ve gri çimentoyu Türk şirketlerinin ihraç etmesinin yasaklanacağını mı?..
Bekleyip göreceğiz!

GÖSTERE GÖSTERE

Ama, bu arada beklemeden gördüğümüz, adaletin, yasaların, hukukun, bir kez daha ısrarla, göstere göstere çiğnenmesi oldu.
Cumhuriyete, demokrasiye açıkça meydan okuyarak elinde hilafet / tevhid bayrağı taşımasına yetkililerce göz yumulan göstericilerden birine yumruk atan Ege Akersoy adlı genç, işlediği suç ‘cezaevine girmesini gerektirmediği’ hâlde tutuklanıp hapsedildi.
Ege, Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği son sınıf öğrencisi. Sözde adı, “Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet” olan mitinge Ege’nin katılma nedeni, ulusal duyarlılığı yüksek, bir emekli binbaşı oğlu olması.
Emniyet’teki ifadesinde, elinde yeşil üzerine Arap harfleriyle yazılı bayrak taşıyan göstericiye “Sen Türk değil misin? Hassas zamanlardayız! ” diye tepki gösterdiğini söyleyen Ege, sözlerini özetle şöyle sürdürmüş:
“Bana, ‘İstediğimi taşırım!’ dedi. Aramızda itişme oldu. Yanıma gelince kendimi korumak amacıyla yumruk attım. Sözlü olarak uyarmam gerekirdi. Pişmanım. Bu arada bana vuran tanımadığım kişiden de şikâyetçiyim.”
Ancak ne hilafet / tevhid bayrağı taşıyan kişi tutuklandı ne de olay sırasında Ege’ye tokat atan genç. Pişmanlığını dile getirmesine karşın Ege Akersoy, demir parmaklıkların ardına gönderildi.

MASUM BİR SÖZ MÜ?

İktidara yakın çevreler, mitingde yeşil bayrak açanları savunurken ” ‘Kelime-i Tevhid; Allah’tan başka tapılacak ilah yoktur, Hz. Muhammet de O’nun elçisidir.’ demek. Bundan niye gocunuyorsunuz?” anlamında sözler söylüyorlar.
Amaç böylesine masumane olsa kimse bir şey demez, diyemez.
Peki, “Hz. Muhammet’in, Tanrı’nın elçisi olduğu” anımsatılırken  O’nun yerine birini “elçi” olarak önermek (hilafet), Prof. Dr. Öztürk’ün deyişiyle ‘dinin ruhuna ters’ değil mi?
Bu arada, “Kelime-i Tevhid”i bilinçsizce bayrak yapıp sallayanlardan o anlayışı bekleyemesek de bir başka “tevhid”in, AKP’li yıllarda paspas edilip çiğnenen “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nun (Eğitim Birliği Yasası) unutulmayıp yeniden baş tacı edilmesini salık veririz.
Çünkü, yukarıda sözünü ettiğimiz Devrim Yasalarından biri de budur ve uygulanması; ülkemizin geleceği açısından olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
Başöğretmen Atatürk’ün dediği gibi:
“Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum hâlinde yaşatır ya da kölelik ve yoksulluğa terk eder.”

İKİ ‘DEVRİM YASASI’ DAHA

Diğer iki Devrim Yasası da yine hilafetin sona erdirildiği 3 Mart 1924’te Millet Meclisi’nden geçen “Şeriye ve Evkaf Vekâleti” ile “Erkân-ı Harbiye Vekâleti”nin kaldırılmasıdır.
Şeriye ve Evkaf Vekaleti; çıkarılan yasaların şeriata uygun olup olmadığına karar verirdi.
Erkân-ı Harbiye Vekaletiyle (bakanlık) de Türk Ordusu siyasetçilerin buyruğu altına sokulmuştu. Atatürk, bunun sakıncalarını yaşayarak görmüş bir ‘dâhi komutan’ olarak Türk Ordusunun yönetiminin, vekiller heyetinden (bakanlar kurulu) çıkarılarak kurulan bağımsız bir yapıya, Genelkurmay Başkanlığı’na verilmesine öncülük etti. Ne yazık ki günümüzde bu yapıyla da fena hâlde oynandı. Konuya ilişkin bilinen ve yürek burkan ayrıntılara girmeden SADAT adlı oluşumun başkanının,”15 Temmuz’dan sonra ne istediysem oldu.” dediğini anımsatalım (2). O kişi ki ‘irticai faaliyetleri nedeniyle ordudan atılmış’ eski bir askerdir.
Türkiye’yi Türkiye yapan Devrim Yasaları; “laiklik” ilkesiyle en parıltılı tacına ulaştı. Çok değil, üç hafta sonra onun da 87’inci yıl dönümünü kutlayacağız.
Laiklik ilkesi; 1924 Anayasası’na 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan değişiklikle; 2. Maddeye devletin nitelikleri olarak “Türkiye Cumhuriyeti; Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır.” ifadesiyle girdi.
Tarihin sularını tersine akıtmaya çalışan, İstanbul’un göbeğindeki Galata Köprüsü’nden sonra Batman’da da aynı hilafet gösterisini (bu kez Hüda – Par eliyle) yineleyen aymazlara karşı, Devrim Yasalarını yeni kuşaklara elimiz erdiğince, nefesimiz yettiğince anlatmakta daha fazla ayak sürümeyelim.
Bu gidişin ne şakaya gelir ne de hafife alınabilir yanı var çünkü.
Aksi hâlde…
Yarın çok geç olabilir.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

‘Çalışan gazeteci’m benim;
Her üç kalemdaşından birinin
Bu kış da tütmeyince ocağı
10 Ocak olamaz kutlu günün.

1) Yaşar Nuri Öztürk; “İslam Nasıl Yozlaştırıldı”, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2000, sayfa 270
2) Bkz. 12 Ekim 2018 tarihli gündelik gazeteler.