KADINA HAK GASPI İLE ADAM OLUNMAZ

Dünyanın kadın hakları karnesi kırıklarla dolu.

Bırakın gericileri; ileri Batı ülkesi Almanya’da 1970 yılına değin kadınların futbol oynamasının yasak olduğunu biliyor muydunuz?

Alman Futbol Federasyonunun yasak gerekçesi:

“Top kapma savaşımında kadın zarafeti ortadan kalkıyor, beden ve ruh kimi hasarlara uğruyor…”

Gerekçenin devamı daha da ilginç:

“Kadın bedeninin sergilenmesi de ahlaken doğru değil.”

Ve sıkı durun:

Yasağın kalktığı 1970 yılından sonra Alman Kadınlar Ulusal Futbol Takımı, tam yedi kez Avrupa şampiyonluğu, 2003 ve 2007’de olmak üzere iki kez de dünya şampiyonluğu kupasını kaldırdı.

ÜSTÜN VARLIK

Bir dönem Anadolu topraklarında, kuzey Karadeniz bölgesinde yerleşmiş Amazon kadınlarının savaşçılığı tarihsel bir gerçek. İyi ok atıp kılıç sallayabilmek için (kimi kaynaklara göre ise dinsel ritüel gereği) küçük yaşta sağ memelerini kestikleri (ya da dağladıkları) biliniyor.

Meksika’nın bağımsızlık savaşımında da en büyük adım, bundan tam iki yüz dokuz yıl önce 16 Eylül 1810’da atılmıştı. Ancak yüz yıl sonra başarılabilen devrim iki erkeği yüceltti; Zapata ve Villa. Oysa perde gerisinde onlarca kahraman kadın komutan vardı. Evet, yanlış okumadınız; kadın komutanlar. Emrindeki savaşçılar arasında kocasının da bulunduğu bir askerî birliği üstün başarıyla yöneten Maria Quinteras, bunlardan yalnızca biriydi.

Ve bizim Kurtuluş Savaşımızın Nene Hatun’ları, Kara Fatma’ları, Halide (Edip Adıvar) Onbaşı’ları… özgür bir ulus olmaya giden yolun taşlarını, narin elleriyle döşeyen kadın kahramanlarımız değil miydiler!..

BARIŞ SAVAŞÇILARI!

Bunları anımsatırken kadını savaşla özdeşleştirdiğimiz sanılmasın.

Tam tersine; kadının, yaradılışı gereği “savaşımcı (mücadeleci) ama savaş karşıtı” olduğunu düşünenlerdeniz.

Akdeniz’in tarihindeki en güzel, en barışçıl sayfaları yazanlar kadınlardır. Fransız tarihçi Braudel (1902 – 1985), İÖ 14’üncü yüzyılda Doğu Girit’te kadınların görkemli uygarlığına dikkat çekiyor (*). Doğu Girit’i, salt kadın yönetiminde olduğu için “adanın uygarlık ışığı gören tek yanı” diye nitelendirip şöyle diyor:

“…(Bu uygarlığa) Ana Tanrıça’nın egemen olduğu anlaşılıyor. Ama elindeki yılanı bir süs eşyası gibi sallayan bu zarif ve genç tanrıça, bütün Ege çevresinde yüzlerce örneği bulunmuş etine dolgun bolluk heykellerinden öyle uzak ki! İnce balerin vücutlu genç kadınların eteklerinin uçuştuğu kutsal rahibe danslarıyla Mezopotamya’nın donuk ihtişamı içinde Tanrıça İstar’dan kutsal emanetleri alan kralın temsil ettiği mavi freskler arasında ne ilgi var? Girit’te insanı büyüleyen doğru ya da yanlış ‘başka olduğunu düşündüğümüz’ bir uygarlık fikri vardır: Öyle bir uygarlık ki her şey güzelliğe ve yaşama sevincine yönelik; bütün bunların içinde savaşın yeri yok. (Zaten, Girit kentleri surlarla çevrili değildir.)”

KISSADAN HİSSE: Mustafa Kemal Atatürk, kadının gücünü ilk anlayan dünya liderlerinden biridir. Bu yüzden de 5 Aralık 1934’te Türk kadınına 22 yaşında seçme, 30 yaşında da seçilme hakkı kazandırdıktan sonra şöyle demişti:

“Bu karar Türk kadınına toplumsal ve siyasal hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak gerekecektir…”

İkinci Adam İsmet İnönü’nün şu sözleri de çok etkileyicidir:

Türk İnkılabı denildiği vakit, bunun ‘kadının kurtuluş inkılabı’ olduğu beraber söylenecektir.” 

8 Şubat 1935’te yapılan ilk genel seçimlerde Millet Meclisimize seçilen 399 milletvekilinden 17’si kadındı. Ara seçimlerde bu sayı 18’e ulaştı. Çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti, o günlerde, parlamentodaki kadın sayısı oranıyla ‘dünyada ikinci sırada’ yer aldı.

Bugün ise 600 milletvekilinden 104’ü yani oransal olarak aşağı yukarı aynı, yüzde 17,4’ü kadın. Ama, bu oranla artık ‘dünyadaki 188 ülke arasında 120’inci sıradayız.

Ve tablonun en acı yanlarından biri de kadınımızın göz göre göre toplumdan soyutlanıp yeniden kafes arkasına itilmeye çalışılması…

Öte yandan, kadınımıza yönelik olarak her gün biraz daha tırmanan şiddet olaylarının, TBMM’de araştırılmasının ısrarla, sürekli reddedilmesi.

Bu çağdaş uygarlık dışı, hâttâ insanlık dışı yolla tarihte bırakın kalkınmayı, ayaklarının üzerinde durabilen bir ulus olmamıştır.

DİL YANLIŞLARIMIZ

Değerli bir meslektaşımıza, 31 Ağustos 2019 gecesi katıldığı tv izlencesinde, son bir ay içinde doğalgaza yapılan yüzde 32’lik zammın, toplumda yaşanan şiddet olaylarına etkisi soruldu. Meslektaşımızın yanıtı:

– Zamlar, insanların ‘davranış biçimlerine’ de yansıyor…

Bizce “davranış” zaten “davranma biçimi” demek. Dolayısıyla “davranış biçimi” sözü yanlış.

Deneyimli bir ekonomi gazetecisi, yönettiği tv izlencesinin 8 Eylül 2019 gecesi yayımlanan bölümünde, emekli bir subayı ağırladı. Subay, izlenceye telefonla bağlanan bir gazeteciyle polemiğe girince de sunucunun şu sözüyle irkildik:

– Aslında ‘konuşa da biliriz’…

“Konuşabilmek”, Türkçe dilbilgisinde bir ‘yeterlilik bileşik eylemi (fiil)‘.

Sayın sunucunun söz konusu eylem çekimi ise bir facia!..

Kendisi herhâlde şöyle demek istiyordu:

– Aslında, konuşabiliriz de

(“Kon-” köküyle “-uş-” orta ekine “çatı eki”; “-bil-” köküne de “kişi ve zaman eki” getirilerek…)

TEŞRİFAT HATASI

Bir büyükşehir belediye başkanımız, 7 Eylül 2019 günü, kentindeki yeni meydanın açılış töreninde konuşuyordu:

– Bu ‘açılışa teşrif eden’ herkese teşekkür ediyorum.

Arapça kökenli “teşrif; bir yeri onurlandırma, şereflendirme” demek.

“Açılışı teşrif eden…” demeniz gerekirdi, sayın başkan.

Düğün çağrılıklarında (davetiye) da aynı yanlışın sıklıkla yapıldığını görüyoruz:

“Düğünümüze teşrifiniz…”

Çağrının doğrusu:

“Düğünümüzü teşrifiniz…”olacak.

Daha önce de ‘köşemizi teşrif eden’ okurlarımıza anımsattığımız gibi.

 

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Öğrenci velisinin yüreği yine ağzında

Millî Eğitim’e bağlandı dizginsiz Truva atı

Köy Enstitülerinin öcünü almaya ahdetmiş

Yoksul köy çocuğunu Allah’la aldatma tarikatı.

 

(*) Fernand Braudel; “Akdeniz”, Metis Yayınları, 3. basım, Aralık 2013, sayfa 62 – 63