Nisan ayının üç haftasını geride bıraktık ama soğuklar gitmekte ayak sürüyor.
Sanki havalar da bizim gibi, ‘Türkiye yorgunu’.
Karaduygu (melankoli) kol geziyor.
Yağmur, fırtına, sis, pus derken birçok bölgemizde, hava bilgisi uzmanlarının deyişiyle ‘toz taşınımı’ yaşanmış. Hem de yine içinde bulunduğumuz koşullara koşut biçimde ‘çamurlaşarak’! (Sözcüğün mecaz anlamıyla; sanki o da kimileri gibi her fırsatta ‘terbiyesizliğini açığa vurup hır çıkarma eğilimine girerek’…)
Bir gazetemizin aktardığı uzman görüşüne bakılırsa kimi yerlerde çamura dönüşüp yağan tozun kaynağı, Sahra Çölü’ymüş (!). İçerdiği, gözle görülemeyen parçacıklardaki magnezyumdan kalsiyuma değin elementlerin fazlalığı, sağlık sorunlarına yol açabiliyormuş.
Bir bu eksikti.
GEÇMİŞE ÖZLEM
Kovit 19 salgını nedeniyle 65 yaş üstündekilere; dünyanın hiçbir ülkesinde uygulanmayan ev hapsi bizde genişletilmekle kalmayıp yeniden toplu taşıma yasağı da konuldu, biliyorsunuz.
Böylece , bir tür ‘takatuka’ (1) işkencesi uygulanan bizim kuşağın ruhsal bunalımı giderek derinleşiyor.
Biraz da bu yüzden olsa gerek, iç sıkıntımızı hafifletme umuduyla aydınlık geçmişte avuntu arıyoruz.
Altı gün arayla iki tarihsel kilometre taşına bakıp derin derin göğüs geçirdik / geçiriyoruz.
Geçen cumartesi, Köy Enstitülerinin 81’inci kuruluş yıldönümüydü. Atatürk, 1 Kasım 1928 tarihli Harf Devrimi’nden sonra, 1930’larda bütünüyle bize özgü bir ulusal eğitim / öğretim tasarlamıştı. Tasarısını gerçekleştirmeye ömrü yetmedi. O’nun izinden giden Hasan Âli Yücel’ler, Tonguç’lar, 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitülerini kurdular.
“Kalkınma köyden başlayacak.” savsözüyle (slogan) harekete geçilerek dörtte üçü köylerden, kalanı kentlerden yoksul çocukları, eğitim biliminin tarihteki belki de en parlak dizgesiyle (sistem) yetiştirildiler.
1940 – 1954 yılları arasında Türkiye; Köy Enstitülerini bitirip ülkenin dört bir yanına dağılan öğretmenlerin meşalesiyle aydınlandı.
Aralarında -İÜ Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisinde öğrencisi olma onuruna eriştiğimiz- Tahsin Yücel’den Fakir Baykurt’a, Emin Özdemir’den M. Başaran‘a, Talip Apaydın’dan Mahmut Makal’a… pek çok yazar da vardı.
GEL DE HAYIFLANMA!
1945’te biten II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği tehdidine karşı ABD’den destek isteyen Türkiye’ye, “Rusya’daki Bolşevik düzenini çağrıştıran (!) ‘beş yıllık kalkınma planı’ndan vazgeçmesi, Köy Enstitülerini de kapatması” dayatılacaktı.
Ve Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet anıtının görkemli bir parçası olan bu eğitim mucizesini, baskılara boyun eğerek 1954’te tamamen rafa kaldıran Türkiye, ekonomik / kültürel / eğitsel bir çözülüş sürecine girecekti.
Çözülmenin altında yatan başat neden, Atatürk‘ün ‘tam bağımsızlık’ ülküsü yolundan sapılmasıydı.
Türk’ün eline, eldiven gibi oturan Köy Enstitülerinden vazgeçmenin bedelini çok ağır ödedi / ödemeyi sürdürüyor, Türkiye.
Gel de hayıflanma!
TBMM, 101 YAŞINDA
İki gün sonra, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlayacağız.
Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de, Kurtuluş Savaşımız sürerken açıldı. Mustafa Kemal Atatürk, Meclis’i öylesine önemsiyordu ki savaşı bile ‘ulusal istenç’in (millî irade) yönetmesini istedi.
Millet Meclisimiz aslında 101 yıl önce bugün, 21 Nisan 1920 Çarşamba günü açılacaktı.
Ancak, Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah, 10 Nisan’da verdiği bir fetva ile Mustafa Kemal’i açıkça “kâfir” (Tanrı’nın varlığını ve birliğini inkâr eden kimse) ilan etmişti. Bu çirkefçe yalana, utanmazlığa karşı Büyük Önder, açılışı iki gün sonraya, cumaya erteledi. Ve Meclis, yine Atatürk’ün yayımladığı genelge uyarınca
yurdun dört bir yanında hatim indirilerek, mevlit okunarak açıldı.
‘YETKİ DEVRİNDE KISKANÇ’
Daha önceki bir yazımızda da belirtmiştik; Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, bu yapıdaki ilk Meclis‘in ‘başarı sırlarını’ açıklarken şöyle diyor (2):
“Binbir çaba ile birleştirilmiş enerjilerin odağı olan Meclis’i ‘muhafazakârlıktan’, saltanatın devamcısı olmaktan kurtarıp devrim yapıcısı ve düzenleyicisi hâline getirmek Birinci Müdafaai Hukuk Grubu’nun başarısıdır. Grup lideri de Gazi Mustafa Kemal’dir.”
Yine, Tunaya‘ya göre söz konusu sırlardan biri; “ilk Meclis’in, yetkilerini devretmekte kıskanç” oluşudur.
FRANSA’DAN 10 YIL ÖNCE
İçinde bulunduğumuz nisan ayının, Fransızlar için de özel bir önemi var.
Fransız kadınları, ‘seçme ve seçilme hakkı’ kullanmalarının 76’ıncı yıldönümünü kutluyorlar. İlgili yasaya 1944 yılında kavuştular ve ilk kez 29 Nisan 1945′te yerel seçimlere, 21 Ekim 1945′te de parlamento seçimlerine katılabildiler.
Bizim Meclisimiz ise Fransızlardan 10 yıl önce 5 Aralık 1934’te, kadınlarımıza ’22 yaşında seçme ve 30 yaşında seçilme hakkı’ tanımıştı. Hem de oy birliğiyle…
Kadınlarımızın yerel seçimlere katılma hakkı kazanmaları daha eskiye, 20 Mart 1930’a dayanıyor. 1933’te de Köy Kanunu ile Türk kadınına muhtar seçme ve köy heyetine seçilme hakkı verilmişti.
2021 Türkiye’sinde, kadına şiddete karşı yasal güvence olan “İstanbul Sözleşmesi” kaldırılırken ve de siyaset sahnesinde hâlâ ağırlığı olduğu anlaşılan bir eski bakanın ağzından, “Kadın hakları, madın hakları diyen cahiller var.” sözleri çıkarken geçmişe özlem duymakta haksız mıyız!..
DİL YANLIŞLARIMIZ
* Yukarıda alıntıladığımız, medyamızca bir hava uzmanının ağzından aktarılan “Sahra Çölü” tamlaması, dil yanlışı içeriyor. Çünkü, Arapça kökenli “sahra”; zaten ‘çöl’ demek. Afrika kıtasının kuzeyiyle ortasını ayıran dünyanın en büyük (yaklaşık dokuz milyon kilometrekarelik) sıcak çölünün adı, “Büyük Sahra”. Sahra Çölü ya da kimi medya organlarında gördüğümüz gibi Büyük Sahra Çölü demek doğru değil.
* Yine yukarıda, Prof. Dr. Tunaya’nın kitabından aktardığımız “binbir” sözcüğünün yazımının (imla) yanlış olduğunu düşünen okurlarımız olabilir. Ama, yazım doğru. Şu nedenle:
Rakamlar yazıya döküldüğünde ayrı yazılır: on iki, dokuz yüz yirmi…
Ancak, alıntıladığımız “binbir” sözcüğü bir sayı adı değil, ‘pek çok, çok sayıda’ anlamında sıfattır; “Binbir Gece Masalları”ndaki gibi.
Benzer biçimde “sittinsene”; sözcüğü sözcüğüne ‘altmış yıl’ demek olduğu hâlde, ‘çok uzun zaman’ anlamına gelen bir belirteçtir (zarf).
[Türkçemizde bir sesletim (telaffuz) inceliği; altmış sayısının ‘l’ sesi okunmaz; “atmış”.]
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Kürkü ak pak köpükten
Yurtsever, masum aslan
Kelepçelenmiş ayağından
Kanıyor, Mavi Vatan.
1) Takatuka: Basımevlerinde kurşun dökülmüş, satır olarak dizilmiş harfleri iyice yerleştirmek için üzerlerine vurmaya yarar takoz.
2) “Devrim Hareketleri İçinde Atatürkçülük”, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları, sayfa 90 – 92