HIDIRELLEZ HAVALARI

İlkyazın son ayı mayıs, bu kez mayıs değil gibi.

Uzun kışın ardından doğa, takvime boş verip doğrudan hazirana geçti sanki.

(Yoksa mayısın tamamı bir genelgeyle kaldırıldı da haberimiz mi olmadı!?)

Oysa yarın 6 Mayıs, Hıdırellez.

Müslümanlık – Hıristiyanlık ortak inanışına göre, iki kutsal kişi olan Hızır ve İlyas‘ın, karanlıklar ülkesinde arayıp buldukları bengisudan (abıhayat) içerek ölümsüzlüğe kavuştukları gün.

Aslında, üç kişi olarak yola çıkmışlar. Aralarında, İskender-i Zülkarneyn de bulunmaktaymış. Ama, bengisuya ulaştıklarını Zülkarneyn’den gizleyip onu ölümsüzlükten yoksun bırakmışlar.
Kutsal kişiler dünyasında bile böyle şeyler oluyor demek!

95 YIL ÖNCE PLAJ KEYFİ

İstanbul’da geçen yıl plajlar, pandemiye karşın 15 Haziran’da açılmıştı.

Hava sıcaklığı şimdiden otuz dereceye yaklaştığı için bu yıl açılış erkene alınabilir.

‘Yasaklardan’ fırsat buldukça yürüyüş yaptığımız Büyükdere Piyasa Caddesi‘nde denize giren girene!

Güzergâhımız üzerindeki Liseliler Parkı, neredeyse yüz yıl öncesinin İstanbul’unda deniz keyfi yapılabilen ilk yerlerden Beyaz Park Deniz Hamamı‘ymış. Açılış tarihi, 13 Ağustos 1926. 

Kadınlarla erkeklerin, denize girmek üzere soyundukları kabinler birbirine onlarca metre uzaklıkta olmasına karşın bundan rahatsızlık duyanlar çıkmaz mı! Üstelik, iki bölme arasında bir de içkili gazino bulunduğundan, Deniz Hamamı kurucusu Rasim Kayra’nın başının etini yemeye başlarlar.

Aynı yıl Mustafa Kemal, çocukluk arkadaşı Hasan Tahsin (Uzer, 1878 Selanik – 1939) ile birlikte Beyaz Park’a gelir. Bağnazların Rasim Kayra’ya yaptıkları baskıyı öğrenince Mustafa Kemal çok kızar:

— Kadın erkek ayrımı da ne oluyor! Burada doğru olmayan şey, aradaki mesafenin azlığı değil, deniz hamamında hâlâ harem – selamlık aranmasıdır.

Vurgulayalım; yıl 1926‘dır.

Ertesi yıl yenilenen Beyaz Parkkadınlarla erkeklerin birlikte denize girdikleri modern plaj özelliğine kavuşur.

Büyük Önder sayesinde…

1940’lara değin, plaj ve gazino olarak varlığını sürdürdükten sonra ise tarihe karışır.

‘MUHTEREM SAMİİN…’

— Alo alo, muhterem samiin (dinleyiciler), şimdi bugünkü neşriyatımızın muhteviyatını (yayımlarımızın içeriğini) arz ediyorum:
19.00 Stüdyo Musiki Heyeti’nden Şevkefza Faslı…
19.40 Telsiz Telefon Orkestrası…
20.50 Anadolu Ajansı Havadisleri…
21.30 Teganni (Şarkı söyleme; Matmazel Apostolidi tarafından)…
Türkiye’de radyo yayıncılığı da yine 1927‘nin Hıdırellez günü resmen Ankara’da başlar.

Matmazel Apostolidi’den sonraki yıllarda, dönemin TSM yıldızları Safiye Ayla‘lar, Müzeyyen Senar‘lar, Hamiyet Yüceses’ler… Beyaz Park Gazinosu’nun yanı sıra ‘sihirli kutu’ radyoyla bütün Türkiye‘ye açılırlar.

‘KULLANIN YERLİ MALI’

İki yıl sonra 1929 ekonomik bunalımı patlak verir. İstanbul ve Ankara’daki radyo merkezleri (Ekrem İmamoğlu’nun Halk Ekmek büfeleri gibi) gezici kılınır.

Halka ileti göndermenin başlıca yolu, elbette radyo yayımcılığı olur. Örneğin “samiin”; zaten sınırlı miktarlardaki dışalım ürünlerini almaktan kaçınıp ‘yerli malı’ kullanmaya, akılda kalıcı, uyaklı sözlerle özendirilir:

“…Ey muhterem ahali, kullanın yerli malı

Meşhud olsun (görünsün) bize de zenginliğin cemali (yüz güzelliği)

Nasibim eve kalsın, refahımız çoğalsın

Değil midir borcumuz, düşünmek istikbali (geleceği).
Dönemin efsane radyocularından biri; şair, yazar, tiyatro sanatçısı Ercümend Behzad Lav’dır (1903 -1984). Radyo yayınlarının önemli bölümünü 1934 yılından başlayarak o yönetir.

Bir şiirindeki “Gölgem beni çizmiş karşı duvara” dizesi belleğimizde yer eden Lav, öz Türkçe emekçisidir de. Örneğin, “spiker” sözcüğüne karşılık olarak “konuşman”ı öneren odur.

HIDIRELLEZ BİZE HARAM!

Hıdırellez’e dönelim…

Bengisu içen Hızır karada, İlyas da denizde zorda kalanların yardımına koşup mucize kurtuluşlar sağlayacak güce kavuşmuşlar.
Hızır – İlyas kutsal ikilisi, her yıl 6 Mayıs’ta çiçeğe bürünen doğadaki bir gül dalının altında buluşup söyleşirlermiş. O nedenle insanların, dileklerini simgeleyen nesneleri bir gül ağacının dibine koyarlarsa Hızır Aleyhisselam’ın onları bulup ‘gereğini yapacağına’ inanılır.

Gelgelelim, günümüzde gülü yalnızca saksıda, çiçekçide ya da vazoda görebiliyoruz.

Hızır ile İlyas da altında oturup söyleşecekleri gül ağacı bulmakta her yıl biraz daha zorlanıyor olsalar gerek!

Gürül gürül yaşam kaynağı ırmaklarımızı, derelerimizi kurutup HES’ler yapmak; en bitek topraklarımızda, mitolojik Kaz Dağları’nda, otlayan hayvanlarımızın etine sütüne kekik kokusunun karıştığı meralarımızda taş ocakları, maden ya da konut alanları açmak için ülkemizin dört bir yanında doğamızı acımasızca, düşüncesizce yok ediyoruz.

Kestiğimiz her ağacın üzerindeki milyonlarca organizmanın yaşamına son vermemiz de cabası!

Doğa kıyımının içimizi yakan son örneği , Karadeniz insanının, kadını erkeğiyle görkemli direnişine sahne olan İkizdere.

Ey okur!

Hıdırellez’de dibine, dileklerimizi simgeleyen nesneler koyacağımız gül ağacı bir yana, hâlâ bulabildiğimiz herhangi bir ağaca sarılalım.

Güvenlik güçlerince gırtlağımıza çökülme, tepemize basılarak ters kelepçeyle gözaltına alınma… bahasına ağaçla konuşabiliriz de.

Yürek dolusu desteklediğimiz İkizderelilerin, kesilmesini önlemek için üzerine tırmanıp gövdesine sımsıkı sarıldığı, Nâzım Hikmet’in de gönül telini titreten duyarlılığıyla dizelere döktüğü gibi:

“… Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril

Koparıver, gözlerinin gülüm, yaşını sil.” 

DİL YANLIŞLARIMIZ

Çok değerli, deneyimli bir hukuk insanı; 104 emekli amiralin, haklarında dava konusu yapılan ‘Duyuru’yu yayımlamakla ‘suç işlemiş olmadıkları’ görüşünü ısrarla savundu.

Bir siyasal partinin lideri de hukukçunun bu savına çok ağır sözlerle karşılık verdi; “Beyni sulanmış.”

Hukuk insanı, ‘hakaretçi siyasetçi‘yi yanıtlarken şöyle bir tümce de kurdu (*):

“… Benim için ‘Yargıtay eski Başkanı’ diyor. Doğru dürüst dil bilgisi bile bilmiyor. Ben ‘eski Yargıtay Başkanı’yım.”

Aktardığımız bu dilbilgisi yanlışına, meslektaşlarımız da sık sık düşüyorlar. Söz konusu kural şudur:

‘Belirtisiz ad tamlaması’ ikiye bölünüp ortasına sıfat konulmaz. Örneğin, “Yargıtay Başkanı” , belirtisiz ad tamlamasıdır, “eski” ise sıfat. Doğrusu; sıfatın, tamlamanın başına getirilmesidir; “eski Yargıtay Başkanı”.

‘Belirtili ad tamlaması’ yaparken ise durum değişirÖrneğin, “İstanbul’un eski Valisi” ya da “Yargıtay’ın eski Başkanı” denilebilir. Çünkü, bu son iki örnekteki “-un, -ın” takıları,  tamlamayı ‘belirtili’ hâle getirir.

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Bini aştı yediğin nane

Dine zarar veren divane

Zinhar sokmamak da ne

Babanın malıymış gibi

Kadını Tanrı’nın evine?..

 

(*) Cumhuriyet gazetesi  (25 Nisan 2021)