Bugün 6 Mayıs, Hıdırellez.
Hepimizin, birer gül ağacı bulup dibine dileklerimizi simgeleyen nesneler koyma zamanı!
Müslümanlık – Hıristiyanlık ortak inanışına göre, üç kutsal kişi; Hızır, İlyas ve İskender-i Zülkarneyn, bengisu (abıhayat) aramak için karanlıklar ülkesine giderler. Amaçları, o sudan içip ölümsüz olmaktır. Hızır ve İlyas, aradıkları kaynağı bulur ve bengisudan kana kana içerler. Ama, Hızır’ın kuzeni (teyzeoğlu) olan İskender-i Zülkarneyn’den, nedense durumu gizleyip onu ölümsüzlükten yoksun bırakırlar!
Bengisuyu içen Hızır karada, İlyas da denizde zorda kalanların yardımına koşup mucize kurtuluşlar sağlayacak güce kavuşmuşlardır.
Hızır – İlyas kutsal ikilisi, her yıl 6 Mayıs’ta (Hıdrellez) göveren doğadaki bir gül dalının altında buluşup söyleşirmiş. O nedenle insanların, dileklerini simgeleyen nesneleri bir gül ağacının dibine koyarlarsa Hızır Aleyhisselam’ın onları bulup ‘gereğini yapacağına’ inanılır.
‘UMUT FAKİRİN EKMEĞİ’
Biz de “Umut fakirin ekmeği, ye Memet ye!” örneği, bugün bir gül ağacının dibine ‘korona savar maske’ koyabiliriz:
Bütün dünya halklarıyla birlikte, bize de yaşamı zindan eden şu Covid 19 belasını sağ salim atlatabilmek dileğiyle…
Ama, asıl koruyucu maskeyi kendimiz takmak, bu arada bilim insanlarının salgına ilişkin yaşamsal öğütlerine titizlikle uymak koşuluyla elbette.
Gül ağacının dibine, maskenin yanı sıra en güzelinden, en yumuşağından bir kalp çizip koyabiliriz, örneğin:
Salt kendimizi ve yakınlarımızı değil, her toplum kesiminden aç, açıkta, hasta insanları / öteki canlıları koruyup kollamamız gerektiğinin bilincinde, doğaya saygılı olarak herkesle hâttâ canlı / cansız her şeyle duygudaşlık kurmaya çalışmak üzere…
Alaattin’in cini, lamba sahibinin dileklerini üçle sınırlandırmış diye biz de kısıtlamak zorunda değiliz…
Müziğinin susturulması nedeniyle girdiği ölüm orucuna ara vermiş olsa da hâlâ yaşamı tehdit altında bulunan sanatçımızın dileği için sazının mızrabını, tezenesini gömebiliriz gül ağacının dibine.
Yazdığı haber yüzünden hükümlü / tutuklu gazetecilerimizin bir an önce özgürlüklerine kavuşabilmeleri dileğiyle kalem koyabiliriz. Bir de elinde, adaletin simgesi minicik bir terazi tutan, gözleri bağlı Themis heykelciği belki…
Ya da ne bilelim, gazete koyabiliriz:
Ülkemizde yıllık gazete tirajlarının son beş yılda yüzde 44 düştüğü, şimdi de yine salgın nedeniyle uygulanan sokağa çıkma yasağı ve yaşanan dağıtım sorunları yüzünden yerlerde süründüğü için…
‘TİYATROMUZ YAŞASIN’
Gül ağacının dibine, sanatların en köklüsü, en vazgeçilmezi tiyatronun simgesi olan ‘ağlayan / gülen yüz’ maskesi bırakabiliriz:
İzleyicisi ile uzun süredir buluşamadığından kapanma tehlikesiyle yüz yüze kalan özel tiyatrolara devlet desteğinin ivedilikle sağlanması için iki bini aşkın tiyatro emekçisinin geçen hafta açtıkları “Tiyatromuz Yaşasın” kampanyası çerçevesinde…
Şu tarihsel sanat geçmişimizi anımsayarak:
1964 yılında, milyon kişi başına düşen tiyatro topluluğu sayısı, Paris’te yedi; New York ve Londra’da beş; İstanbul’da dokuz; Ankara’da sekizdi (*).
Ve çağcıl Türk Tiyatrosunun mimarı Muhsin Ertuğrul’un bir kâğıda yazacağımız şu özdeyişi eşlik etmeli gül ağacına bırakacağımız tiyatro maskesine:
“Fırın açmayan ülkede insanlar aç kalır, ölür ama tiyatro açmayan bir ülkede insanlar ruhen aç kalır, birbirini öldürür.”
Bugün 6 Mayıs, Hıdırellez.
Güller rengârenk uç vermeye; gizli irem kokuları göndermeye başladı.
Nâzım’ın deyişiyle bizim ‘Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanan’ toprağımızın her karışından olduğu gibi, gül ağaçlarımızın dibinden de bereket fışkırır.
Bize sorarsanız ne Samuel Beckett’in Godot’sunu bekleyelim…
Ne de sadece, öz teyzeoğlu İskender-i Zülkarneyn’den ölümsüzlük iksirini esirgeyen Hızır Aleyhisselam’ı!..
Bugünden başlayarak kendi ‘çağdaş insanlık fidelerimizi’ dikip inançla, sevgiyle, sabırla, azimle üzerine titreyip gerektiği gibi bakarsak bir gün mutlaka büyüyüp boy verecek, kocaman bir ‘sevgi ormanı’ olacaktır.
Bir gün mutlaka!..
DİL YANLIŞLARIMIZ
“Covid 19” salgını nedeniyle eve kapanınca tv kanallarında oynatılan filmlerin zoraki gediklisi olduk.
Yabancı filmlerin Türkçe çevirilerinde yapılan dil yanlışlarını görünce sık sık hafakanların basması da cabası!
İzlediğimiz filmlerin hemen hepsinde ortak vedalaşma sözleri:
— Hoşça kal.
— Hoşça kal.
Bizde, giden kişi kalana “Hoşça kal” der. Giden kişinin yanıtı şöyle olur(du):
— Güle güle (git).
Ya da daha güzel Türkçeyle:
— Kal sağlıcakla.
— Var sağlıcakla, denilirdi.
Yine söz konusu film çevirilerinden anladığımıza göre, birinin teşekkürüne karşılık olarak söylenen:
— Bir şey değil, yanıtı da değişmiş:
— Önemli değil.
TRT-2’de 28 Mart 2020 gecesi, George Clooney’nin yönettiği güzel bir film, “Suburbicon” oynatıldı. Filmde, Matt Damon tarafından canlandırılan baş karakterin karısı öldürüldü. Genç adam, başsağlığı için arayıp “Çok üzüldüm.” diyen dostuna ne karşılık verse beğenirsiniz:
— Önemli değil.
Karısının ölmesini mi önemsiz görüyordu yoksa dostunun üzülmüş olmasını mı, anlayamadık.
Yoksa o bilinen fıkradaki gibi, üzüntüsünden (!) ne dediğini bilmiyor muydu?
Hani adam, ölen karısının cenaze töreninde baldıza biraz fazlaca sarılıp ağlarken kendisini uyarmışlar:
— Yahu ne yapıyorsun, ayıp değil mi?
Adam pişkinliğini bozmamış:
— Ben üzüntümden ne yaptığımı biliyor muyum!
Tanrı kimseyi şaşırtmasın!..
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Ne çok yol aldın insanoğlu
Dünya kurulalı beri!
Habil istiyor ki Kabil atılsın
Ya mahpus damına…
Ya da karar verilsin
Doğrudan idamına.
Durun, siz kardeşsiniz!
(*) Burak Üzümkesici; “Köksüz Bir Estetiğe Karşı: Devrim İçin Hareket Tiyatrosu” skopdergi – Sayı 11 / 9 Eylül 2017