“Gazeteci dilediği gibi yazabilir. Eğer bir ülkede demokrasi varsa gazetecilik olmalıdır. Gazeteciliğin varlık nedeni, halk adına gücü denetlemektir. Anayasamıza ‘dördüncü güç’ olarak medyayı yazdırmak istedik ama kabul etmediler.”
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, 29 Nisan Pazar günü Marmaris’te yapılan Anadolu Medya Buluşması ve Yerel Medya Çalıştayı’nın açılışında yukarıdaki sözleri söyledi.
Dünya üçüncü bin yılı yaşarken Türkiye, ‘gazeteciliğin ağır suç sayıldığı’ bir dönemden geçiyor.
DÜŞLEM KIRIKLIĞI
Geçen hafta -yerel mahkemede- karara bağlanan Cumhuriyet Gazetesi davasında sanıkların, hapis yattıkları süreler göz önüne alınarak özgürlüğüne kavuşturulmaları bekleniyordu. İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu tek sanık Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ı tahliye etti ama onunla birlikte 13 gazeteciyi ve gazete çalışanını, iki yıl altı ay ile 7,5 yıl arasında hapis cezalarına çarptırdı.
Bülent Yener, Günseli Özaltay ve Turhan Günay’ın beraatine, Can Dündar ile İlhan Tanır’ın dosyasının ise ayrılmasına karar verdi.
Ortak suçlama: “Terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım etmek”.
Elli küsur yıldır okuru olduğumuz Cumhuriyet’in yayın çizgisinin, bu köktendinci tehdit ortaya çıktığı günden beri ‘FETÖ karşıtlığı’ olduğu meğer bizim ‘vehmimiz’ imiş!
Sanık avukatları, “Bu siyasi bir dava, basın ve ifade özgürlüğü kriminalize ediliyor. Cumhuriyet ve muhalif gazetelere gözdağı için açılmıştır.” diye ısrarla vurguladılar. Ama, açmaya çalıştıkları delik deşik edilmiş hukuk şemsiyesiyle gazetecileri ‘ceza yağmuru’ndan koruyamadılar!
İLKLERİN DAVASI
Cumhuriyet davasını 2016’da açan savcı Murat İnam, meslektaşlarımızı ‘FETÖ adına faaliyet yürütmekle’ suçlamıştı. Aynı savcının, FETÖ üyesi olduğu savıyla Yargıtay’daki bir davada sanık olduğu ortaya çıktı. İki kez ömür boyu hapsi istenen savcının yurtdışına çıkışı yasak. Özetle, FETÖ sanığı bir savcı, Cumhuriyet hakkında FETÖ soruşturması yürüttü. Bu görevlendirme, hukuk tarihinde bir ilk olsa gerek!
Bir başka ilk; Akın Atalay’ın, evine parke döşettiği kişiye yaptığı iki bin beş yüz liralık ödemenin, davada “FETÖ’ye bağlanması”! Meğer parkecinin oğlu, FETÖ’yle ilişkili kişilerden Ş.A.’nın şirketine satış yapıyormuş!
AİHS NE DİYOR
Türkiye’nin 1950’de imzalayıp 1954’te uygulamaya koyduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. Maddesi, özetle şöyle:
“Çağdaş bir toplumda ‘düşünceyi açıklama ve bilgi edinme özgürlüğü’, demokratik rejimin, insan haklarının (…) temel şartıdır. (…) Bir ülkede, bir kısım görüş ya da bilgiler, görsel veya yazılı medya aracılığıyla halka ulaştırılamıyorsa toplum, şu veya bu nedenle sadece belli yöndeki görüşleri öğrenip bilgi edinebiliyorsa o ülkede, düşünceyi açıklama ve bilgi edinme özgürlüğünden söz edilemez.”
Bu ‘bağlayıcı’ hüküm doğrultusunda, umarız Cumhuriyet davasında verilen cezalar temyizden döner de geç de olsa hak yerini bulur.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Adalet / Eski bir dansözün / Adıydı / Dürüste kıvırırdı da / Halvet olduğu hep / Haram sever kadıydı!