FELAKETLE DÖVÜLMEK

“Pirinç havanda acı çeker ama / Acı geçince beyazlığa hayransın; / Günümüzde insanlar da böyledir, / Felaketle dövülüp adam olur.”
Vietnam’ın kurucu babası, şair Ho Şi Minh’in (1890 – 1969) dizeleri, yukarıdakiler.
Halkının “Ho Amca” dediği Ho Şi Minh’in (ışığa kavuşturan, anlamına geliyormuş), geri bıraktırılmış her ülkenin aydınları gibi, uzun yıllarını geçirdiği cezaevinde kaleme aldığı bir başka şiir:
“Kollarımı ve ayaklarımı sıkıca bağladılarsa da / Dağlardaki kuşların şarkılarını duyarım / Ve orman doludur bahar çiçeklerinin kokularıyla / Kim engelleyebilir bunlardan özgürce hoşlanmamı / Onlardır azaltan bu uzun yolculuğun yalnızlığını / Felaket olgunlaştırdı beni / Ve aklımı çeliğe dönüştürdü.”
.
‘KÂĞIT HELVA’ BİNALAR!
.
Bizimse toplumca ‘aklımızı çeliğe dönüştürmek’ bir yana, yazık ki ayaklarımızı suya erdirmiyor, başımıza gelen felaketler.
Biz bu satırları yazana dek son olarak İzmir’in Seferihisar ilçesinde meydana gelen 6,9 büyüklüğündeki deprem, İzmir merkezde en az 114 kişinin ölümüne, bini aşkın kişinin de yaralanmasına yol açtı.
Jeoloji Profesörü Okan Tüysüz, Seferihisar’ın İzmir’e 80 kilometre uzaklıkta olduğunu anımsatarak “Deprem doğal bir olaydır. 80 kilometre uzakta olan bir depremde yapıların yıkılması bir cinayettir.” dedi.
Tv’de yürek çarpıntılarıyla izlediğimiz görüntüler, sakinlerine mezar olan yapıların tuğla, çimento ve demirden değil, kâğıt helvadan yapılmış oldukları izlenimini veriyor.
.
YOKSULLUK MESAFESİNDE
.
Jeofizik Profesörü Övgün Ahmet Ercan da “müteahhitlik cinayetleri”nin perde gerisine ışık tutuyor:
“… Bir ülkede yoksulluk yenilmedikçe depremlerin adı ölüm olur. İnsanlar istedikleri için kötü ev yapmıyorlar. Çünkü yer inceleme çalışmalarına, inşaat mimari projelerine para ödemeleri gerekiyor. Bir ülkede deprem sorununu çözmek için o ülkenin ekonomisinin düzelmesi gerekiyor. Yani yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır.”
TMMOB’den Aykut Akdemir ise depremde yıkılan binalardan çoğunun, bamya tarlası ve mandalina bahçeleriyken yapılaşmaya açılan, müteahhitlerin deprem yönetmeliğine uymadıkları Bayraklı bölgesinde olduğuna dikkat çekiyor.
Bile bile lades!
.
DAYANIŞMAYA EVET DE…
.
Deprem felaketi, İzmir halkının -kimi fırsatçılar dışında- kenetlenmesine neden oldu. Depremzedeleri kendi evlerinde ağırlamak, arama kurtarma için gelen ekiplere sıcak yemek dağıtmak… gibi yardım ve dayanışma örnekleri sergilendi.
Bu arada, kıdem tazminatlarını alabilmek için yaklaşık bir aydır eylem yapan Manisa’nın Soma ilçesi madencilerinin, kendi dertlerini unutup topluca İzmir’e koşarak sözcük anlamıyla ‘ellerini taşın altına koymaları’ pek sık rastlanmayan bir özveri örneğiydi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi de olağanüstü başarılı bir sınav verdi, vermeye devam ediyor.
Peki ya bundan sonrası?
Ho Amca’nın tanımlamasıyla ‘felaketle dövülenler’in hesabı; çoluk çocuğuyla barınacağı yuva diye yoksullara o üst üste dizilmiş kâğıt helvaları yapanlardan ve de oralarda oturulmasına izin verenlerden sorulacak mı?
Yoksa “ar değil, kâr yılları”na yenisi eklenirken “maşerî vicdan” (toplum vicdanı) körleşip sağırlaşmayı sürdürecek mi?
Yaşarsak hep birlikte göreceğiz.
Tekrar geçmiş olsun İzmir.
.
DİL YANLIŞLARIMIZ
.
Ünlü düşün (fikir) gazetemizin 1 Kasım 2020 tarihli internet sürümünde yer verilen son İzmir depremiyle ilgili bir haberden:
“… İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Tüysüz: “Bu bölgenin karakteristiği depremin süpriz olmadığını gösteriyor. Asıl süpriz 80 kilometre uzaklıktaki bir yerde binaların yıkılmasıdır.” (…)
Öz Türkçesi “şaşırtı” olan Fransızca kökenli (Fr. surprise) sözcüğün doğru yazım ve sesletimi:
“Sürpriz”
Genellikle tv’lerdeki magazin izlencelerinde gördüğümüz bu yanlışa (süpriz), köklü bir düşün gazetemizde düşülmesini ‘klavye sürçmesi’ne bağlayabilirdik ama iki kez yapılmasaydı.
.
‘YAKIN’ KİM, ‘YAKİN’ NE?
.
Bu arada, kimi zamane akademisyenlerini, ağzımız bir karış açık izlemeye devam ediyoruz.
Bir bakan, tarikatçıların devlet katında yuvalandığına ilişkin savları yalanlayıp ‘kışkırtma’ olarak nitelendirmişti. Durum, 10 Ekim 2020 gecesi bir tv izlencesinde tartışılıyordu. Söz konusu bakana bağlı kurumlardan birinde görevli siyaset bilimi profesörü, bakanı savunurken şu tümceyi kurdu:
— ‘Yakinen’ takip ettiğim için biliyorum.
Profesörün eş anlamlı sanıp Arapça olanını kullanmayı yeğlediği “yakin” ile “yakın”, aslında farklı sözcükler.
Türkçe “yakın” bilindiği gibi, ‘az bir ara ile ayrılmış olan (zaman veya yer), uzak karşıtı’ anlamında sıfat.
Eskimiş Arapça bir ad olan “yakin” ise ‘sağlam, kesin bilgi’. Profesörün herhâlde ‘yakından’ demek isterken kullandığı “yakinen” de ‘kesin olarak, iyice’ demek olan belirteç (zarf).
.
TEŞEKKÜRLER, PROF. ERCAN
.
Son olarak İzmir depremi nedeniyle tv kanallarında sık sık konuk edilen Jeofizik Profesörü Övgün Ahmet Ercan, halkımızı depreme karşı bilinçlendirme çabalarının yanı sıra kullandığı arı, duru Türkçeyle dikkat çekiyor.
Örneğin, dilimize yerleşen Japonca “tsumani” sözcüğünün yerine “süpürtü”; “fay” (Fr. faille) yerine de öz Türkçe “kırık”… diyor.
Prof. Dr. Ercan aynı zamanda bir kökenbilimci (etimolog). Özellikle de kendisinin ana dalı olan Jeofizik bilimindeki yabancı terimlere Türkçe karşılıklar türetiyor. Ercan’ın bu konuda, bildiğimiz kadarıyla iki kitabı var:
“Şu Üretken Türkçemiz Konulu – Sözlük”, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 2011
“Ural Altay Asya Türkçesi Köken ve Karşılıklar Sözlüğü” (iki cilt, Doğu Kitabevi, 2020)
Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın; 31 Ekim 2020 günü çıktığı bir tv kanalında, Atatürk’ün dil konusundaki duyarlılığını anımsatarak şöyle bir öneride bulunmasını da sevinçle karşıladık:
— Çocuklarınıza Arapça değil, Türkçe adlar koyun. Çünkü kişinin adı, kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Öneriyi yürekten destekliyor, Prof. Dr. Ercan’ın üstün başarılarının sürmesini diliyoruz.
.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
-Cinas(solist)-
Tokmağı tahta havan
Batsın senin şu havan!
Bahar bitti, yaz bitti
Kar boran oldu havan.
.