Bizim Efesli (basketbolcu değil, düşünür) Herakleitos (İÖ 535-475), “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.” demiş.
Dil de yaşayan bir varlık olarak sürekli değişiyor.
Örneğin, eskiden İstanbul Okmeydanı’nda yapılan okçuluk yarışmalarının hakemlerine, “havacı” denilirmiş. Artık, ordumuzdaki bir sınıfın adı; “havacı”.
Hâlen “göğüs” ayrıca “bağırmak’tan emir” anlamlarındaki “bağır” sözcüğünün eski anlamı: “karaciğer”.
Bir gün Topkapı Sarayı’nda, Fatih Sultan Mehmet başkanlığında divan toplantısı yapılırken halktan biri, elini kolunu sallayarak içeriye girmiş. Divan üyeleri şaşkınlıktan donakalırken bir maruzatı olduğu anlaşılan adam, sakin bir ses tonuyla:
– Ulu hünkârım kangınız? diye sormuş.
Eski Türkçedeki “kangı” sorusunu, bildiğiniz gibi biz şimdi “hangi” diye soruyoruz.
(Topkapı Sarayı’ndaki güvenlik duvarının bile aşılabildiği söz konusu olaydan sonra divan toplantıları sadrazam başkanlığında yapılmaya başlanmış. Fatih’ten itibaren padişahlar, savaş gibi çok önemli konuların görüşüldüğü toplantıların dışındakileri kafes arkasından izlemeye başlamışlar.)
“SEVİŞME”YE NE OLDU?
Aslında o denli uzağa gitmeye de gerek yok. Yeşilçam filmlerindeki yoksul mahallenin güzel kızı, aile içinde rahatça şöyle diyebiliyordu:
— Babacığım, biz Ahmet’le sevişiyoruz.
Çoğunlukla köylü şapkalı, mütevazı babanın (muhtemelen rahmetlik aktör Osman Alyanak, 1916 – 1991) yanıtı:
— Çok memnun oldum kızım. Ahmet namuslu, dürüst bir genç. Yeter ki niyeti ciddi olsun.
Günümüzde ise bu sözü söyleyen bir genç kızın, hoşgörüyle karşılanmak şöyle dursun, toplumumuzun sürekli kanayan yarası şiddet olaylarının bir parçası olup aile meclisi kararıyla katledilmesi işten değil!
Çünkü;
“Sevişmek”, Türkçe dilbilgisindeki sınıflandırmayla “işteş” bir eylem; “karşılıklı olarak birbirini sevmek” demek. Daha doğrusu, o anlama gelirdi.
Günümüzde ise bu eylemden “cinsel ilişki” anlaşılıyor.
Sözcüklerin anlam ve yazımlarının (imla) dışında, sesletimleri (telaffuz) de değişebiliyor.
Söz gelimi;
Tavana asılan, şamdanlı, lambalı, cam veya metal süslü aydınlatma aracı, anlamındaki “avize” Farsça kökenli (1) bir sözcük.
“Asmak” demek olan “avih”ten geliyor.
Sözcüğün özgün dilindeki okunuşu, ilk ve ikinci heceleri uzun; “aaviize”.
Bizde (Osmanlıca) eski sesletimi; “aavize”.
Günümüzdeki sesletimi ise yalnızca ikinci hecesi hecesi uzun; “aviize”.
DALALET / DELALET AYIBI
Türk medyası olarak ise dilimizin doğru ve güzel kullanımında bir arpa boyu bile yol alamadığımız gibi sanki her gün biraz daha geriliyoruz.
Kötü örnek sıklığı karşısında da şahsen gerildikçe geriliyoruz!
Sonuncusuna buyurun:
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, seçildikleri hâlde mazbataları ellerinden alınıp yerlerine kayyım (2) atanan Diyarbakır, Mardin ve Van belediye başkanlarına destek olmak için 31 Ağustos 2019 günü Diyarbakır’a gitti. İmamoğlu, bu ziyaret sırasında yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“… Seçilmiş belediye başkanlarının soyut ve hukukta karşılığı bulunmayan, kamu vicdanını ikna etmekten uzak sebeplerle görevden alınarak yerine kayyım atanması da ne yazık ki gaflet ve dalalettir.”
Konuşmayı iki ayrı haber kanalında izledik. Her izleyişimizde de dört göz dört kulak kesildik. Evet, “sapınç, sapkınlık, doğru yoldan ayrılma” anlamlarındaki “dalalet”sözcüğü bu tv’lerde ısrarla, ilk ‘a’nın yerine ‘e’ harfiyle “delalet” diye söylenip yazılıyordu. Hem haber sunucularının hem vtr’den sesini dinlediğimiz kişilerin hem de ekrana başlık (KJ) atanların söz birliğiyle… Hâttâ bu iki kanaldan biri, ertesi günkü haber bültenlerinde de ekranın altında akan başlıklarda aynı dil yanlışını yinelemeyi sürdürdü. Demek ki kanalın yetkilileri de yanlışın ayırdında değiller!
“Delalet”, “dalalet”ten bir hayli farklı; birinci anlamıyla “kılavuzluk”, mecazî anlamıyla da “iz, işaret” demek.
Bu hataya düşenler, “Atatürk’ün Gençliğe Seslenişi”ni de bilmiyorlarsa hiç şaşırmayız. Çünkü, Ekrem İmamoğlu belirttiğimiz sözcükleri kullanarak o konuşmasında aslında Atamızın şu tarihsel seslenişine gönderme yapıyordu:
“… Cebren (zorla) ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil (eylemli olarak) işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten (koşullardan) daha elim (acıklı) ve daha vahim (çok tehlikeli) olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet (aymazlık) ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler…”
Sözü eğip bükmeye hiç gerek yok; ulusumuzun varlık nedeni Atatürk’ün de aralarında bulunduğu pek çok değerimize olduğu gibi dilimize de ihanet içindeyiz.
GRAM GRAM ‘EPİGRAM’
Aslan, bir eşek avlayıp tilkiye emanet etmiş
Tilki bu, açgözlü; zavallının beynini yemiş
Sorunca ormanlar kralı yemin billah inkâr edip
Onda beyin olsa tuzağa düşmezdi, demiş.
.
Sanma ki dinlediğin salt bir Ezop masalıdır
Eşekliğin binlerce yıllık darbımeselidir. (*)
(*) Atasözü
1) Meraklılarına: “Avize”nin “son ek” olarak (-aviz) kullanıldığı örnekleri var; dilaviz (gönlü kendine bağlayan güzel), rahtaviz (elbise asılan, askı).
Ya da kimi şiirsel deyimlerde ‘tamlayan’ olarak kullanılmış; avize-i gûş: (kulağa asılı) küpe. Veya kimilerimizin çok sevdiği uydurma dil Osmanlıcada çok sık rastlandığı gibi “yıldızlar” anlamındaki Arapça “nücum” (necm’in çoğulu) sözcüğüyle Farsça – Arapça kırması bir tamlama yapmışız; avize-i nücum: (göğe asılı) yıldızlar topluluğu…
2) İlk anlamı “cami hademesi” olan, hukuk dilinde ise “belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse” anlamına gelen Arapça kökenli sözcüğün doğrusu; “kayyım”. Ancak TDK‘nın sözlükleriyle yazım kılavuzunda, sanıyoruz yaygın kullanımı esas alındığı için bu sözcük “-u-” harfiyle “kayyum” diye geçiyor.