İnsanoğlu, garip yaratık.
Bir yandan kötü anılarımızı biriktirerek yaşamı kendimize zindan etmek için özel çaba harcıyoruz!
Öte yandan ise ruhumuz ve bedenimiz, kimi acılara karşı sanki doğaüstü bir güçle savaşım veriyor.
Bu savaşımın bir yolu, ‘acıları yadsımak’ da olabiliyor.
BİR FREUD DÜŞÜ
Freud’un (1856 – 1939) kalçasının iç kısmında, çok rahatsız edici bir çıban çıkmış. Psikanalizci, gece yatağa girerken çıbanın üzerine sürdüğü sağaltıcı hamur bulamacı sayesinde uykuya dalabilmiş. Sonra, dikkat çekici bir düş görmüş. Değerli bilim insanı, düşünü şöyle yorumluyor (1):
“Yaranın çeşidi ve bulunduğu yer itibarıyla hiç yapamayacağım bir şey vardı ki o da ata binmekti. Tam da bunu yaptığım rüya, acılarımın akla gelebilecek en güçlü inkârıydı. (…) Rüyada apış aramda çıban yokmuş gibi, ‘daha doğrusu olmamasını istediğim için’ ata biniyordum. (…) Uykumun ilk saatlerinde bulamacın sayesinde ağrı hissetmemiştim. Sonra ağrılar başlamış, beni uyandırmak istemiş, o anda rüya çıkagelmiş ve beni sakinleştirmeye çalışmıştı: ‘…Çıbanın falan yok, çünkü ata biniyorsun, orasında çıbanı olan biri ata binemez ki!’ Sonunda rüyam bunu başarmış, ağrılar susturulmuş ve ben uyumaya devam etmiştim.”
GERÇEKTEN KAÇIŞ
Uyku bir bakıma, gerçeklerden kaçış. Freud uyandığı zaman, acıları da eskisinden daha beter uyanmıştır. O çıbandan kurtuluncaya değin rahat yüzü görmediği kesin.
“Oneiroloji” diye bir bilim dalı var; düş bilimi, anlamında. Adını, Eski Yunan’da Düş Tanrısı Oneiros’tan alıyormuş. “Oneiroi” sözcüğü Eski Yunancada “düş”ün yanı sıra “kâhinlik” anlamına da geliyormuş.
İlkçağ topluluklarında, gelecekten haber verme yeteneği bulunduğuna inanılan kişileri, gaz püskürten taş ve toprak oyuklarının üzerine oturturlarmış. Zavallı kurban, bir süre sonra sabuklamaya (hezeyan) başlar, topluluğun ileri gelenleri de onun saçma sapan sözlerinden, sözde kehanet çıkarırlarmış.
Keşke buna benzer mucizevi bir yöntem bulunsa da Türk ulusu olarak biz de yarınlarımızı öğrenebilsek!
Ülkemiz, toplumumuz bu korkunç günlerden geçerken kolumuzun kanadımızın kırılıp savaşım gücümüzü yitirdiğimiz anlarda, Melih Cevdet Anday’ın aşağıdaki dizeleri düşüyor usumuza:
“Bir misafirliğe gitsem / Bana temiz bir yatak yapsalar / Her şeyi, adımı bile unutup / Uyusam.”
Ama, neye sahipsek hepsini borçlu olduğumuz bu topluma karşı yükümlülüğümüzü anımsayınca hemen Scheler tedirginliğiyle karışık bir direnme bilinci filizleniyor yüreğimizde.
Hani, Alman düşünür Maks Scheler (1874 -1928) bir gece, yanında horul horul uyuyan karısını uyandırarak şunu sormuş (2):
– Dünyada bunca sorun varken sen nasıl uyuyabiliyorsun?
DÜŞTE BİLE ‘UYANIK’ OLMAK
Freud’a dönecek olursak… Ruhsal çözümleme (psikanaliz) üstadının, “düş görürken bile gerçeklerden kopmayanlar” için de yorumu var (3):
– Uyanıkmış gibi rüya görmen, bu olağanüstü özelliğin, senin erdemlerinden, iyiliğinden, adil olmandan, gerçeği sevmenden kaynaklanıyor. Seni tamamıyla anlamamı sağlayan şey, senin doğanın ‘ahlakî’ netliği.
Galiba Dünya, göğüs kafesinin içinde alelade bir et parçası yerine, ‘sevgi dolu yürek’ taşıyan ‘iyi’ insanların yüzü suyu hürmetine, dönmeye devam ediyor.
Biz uyurken de uyanıkken de…
(1) Sigmund Freud; Rüyaların Yorumu, Say Yayınları, 2016, ikinci
baskı, sayfa 266,
(2) Salâh Birsel; Şiir ve Cinayet, Sel Yayınları, İstanbul, 2012, sayfa 43
(3) Freud; agy. sayfa 339