Brezilyalı yazar Paulo Cuelho’nun (doğ. 1947) aynı adlı romanının kahramanlarından “Simyacı”; rüzgârın etkisiyle biçim değiştiren uçsuz bucaksız çölde, taban tepen krallar ve dilenciler gördüğünü anımsayıp şöyle düşünüyordu (1):
“Belki de Tanrı, çölü, insanlar hurma ağaçlarını görünce sevinsinler diye yarattı.”
Edebiyatta buna “hüsn-i talil”; güzel sebep yaratma sanatı, deniliyor.
Ve ‘sanatı taklit eden hayat’ da bize, yaşamamız için sayısız güzel nedenler sunuyor.
Ama, örneğin kendisine dinsel bir anlam da yüklenen hurma, ‘hüdainabit’ bir bitki değil; çölde ya da öteki doğa parçalarında kendiliğinden yetişmiyor. İnsan eliyle ekilip dikiliyor hâttâ meyve vermesi için de yine insan eliyle döllenmesi sağlanıyor. Hem de Hint Yarımadası’nın batısında, Babil’in en eski yerlileri Sümerler tarafından ta sekiz bin yıl önce bile yetiştirildiği düşünülüyor. Mısır’da da İÖ 320 yılına ait bir bir mumya mezarında, hurma dalları ve çekirdekleri bulunmuş.
Bu hurma muhabbeti de nereden çıktı? diye soracak olursanız hemen belirtelim…
Ülkemizde bilim / kültür / sanat ortamlarının yıllardır nasıl ‘çölleştirildiği’ artık herkesin malumu. Bu bağlamda, akademisyenlerin başına gelmeyen kalmadı. On binlerce üniversite öğrencisi, yüzlerce medya çalışanı… hapislerde.
Geçen hafta da gazeteci / Tv anchorman’i Fatih Portakal ile şair Ahmet Telli’ye ölüm tehditleri yöneltildi. Sunduğu haber bülteninde, Fransa’daki “Sarı Yelekliler” eyleminin ‘Türkiye’de yapılamayacağı’ yolundaki yorumu yanlış aksettirildiği için sokağa dökülen birileri, Fatih Portakal’a “portakal bıçaklayarak” gözdağı verip hepimizin kanını dondurdu.
Şair Ahmet Telli de Hacettepe Kitap Topluluğu’nun çağrısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde, “Cumhuriyet Döneminde Edebiyat” konulu bir söyleşinin konuğu olmuştu. Okulun bölüm sekreteri, toplantının yapıldığı yere girerek “Salonu boşaltın, tutamıyoruz kapıdakileri!” dedi.
Şair, etkinliği düzenleyen öğrencilere bir şey olmaması için söyleşinin ardından tek başına okuldan çıkmak istediğini, bu sırada kalabalık bir grup tarafından yolunun kesildiğini belirtip şöyle dedi:
“Çok naif ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Çok memnun olduklarını söyledi öğrenciler. Kapıda bekleyen 30-35 kişilik güruhun arasından geçtim. Arkamdan slogan atmaya, tehdit etmeye başladılar. ‘Hacettepe sana mezar olacak!’ diye bağırdılar. Ben taksiye gidene kadar sloganları devam etti.”
Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), şair Ahmet Telli’yi tehdit edenleri kınadı. Telli’nin “Kalbim Unut Bu Şiiri” dizelerine gönderme yapılan açıklamada, özetle şöyle denildi:
“Akıl kaygısız uyurken vicdan, şairi gece gündüz uyutmayan o sonsuz uğultu, o derin fısıltıdır. Sevgili Telli, bu fısıltıyı insanlık düşmanlarına karşı bir çığlığa dönüştürdü, onlara vicdanıyla her zaman karşı durdu şiirleriyle.
Biz diyoruz ki bir şairin vicdanı, ‘örgütlenmiş iyilik’tir.
Saldırganları ve onları koruyup gözetenleri kınıyoruz.”
Üç beş gün sonra yeni yıla gireceğiz. 2019’da yerel seçimlerin yapılacağı 31 Mart’a değin, ülkemizde ne yazık ki uzun zamandır egemen olan “nefret dili”nin daha da keskinleşmesinden korkarız. Üstelik, kör kör parmağım gözüne ‘çifte standart’ uygulanarak…
Gazetedeki köşe yazısında, “Gezi eylemcilerinin başı kesilmelidir.” diyebilen bir kişi hakkında bildiğimiz kadarıyla hiçbir adli işlem yapılmazken Halk TV’nin “Halk Arenası”ndaki sözleri nedeniyle iki muhalif sanatçı, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen için itibarsızlaştırma çabalarının da ötesinde, neredeyse bir linç kampanyası var.
Akpınar ve Gezen, sözleri eleştiri sınırlarını aşıyorsa -ki bizce kesinlikle aşmıyor- elbette yargılanmalı. Ama özenle; savcılar, yargıçlar tarafından kıl kırk yarılarak… Zaten, hukuk devleti (?) olmanın doğal gereği değil mi bu! Sanatçılar, yukarıda sözünü ettiğimiz ‘hayatın taklit ettiği sanat’ın yaratıcılarıdır; dolayısıyla da bize, yaşamamız için sayısız güzel nedenler sunan bu kişileri pamuklara sararak korumalıyız.
“Simyacı”ya dönecek olursak… Romanın baş kahramanı olan çoban, düşünde gördüğü defineyi bulmak için Endülüs’ten Afrika çöllerine gelir. Bir baraka kuran iki kişinin ‘anlaşabildiklerini’ görür. Adamlardan biri İspanyolca, öteki Arapça konuştukları hâlde (2)…
“Sözcüklerin ötesinde bir dil var, diye düşündü (çoban). Sözcüklere gereksinim duymayan bu dili öğrenmeyi başarırsam dünyayı kavramayı başaracağım.”
O dilin “sevgi / saygı / hoşgörü dili” olduğunu söylemeye bile gerek yok ama biz yine de anımsatmış olalım. Ve bu ortak dili yakalamaktan başka umarımızın olmadığını da… Arkasının, yavaş yavaş da olsa gelebileceğine inanan iyimserlerdeniz. Bizi, geri dönüşü olmayan çok büyük felaketlere götürebilecek zararın neresinden dönsek kârdır.
Şimdiden, 2019’un bütün ulusumuza ve insanlığa sevgi, barış getirmesini dilerken kıraç kültür / sanat ortamında, yine Paulo Coelho’nun deyişiyle en üst düzeydeki yöneticilerin de dilencilerin de varlığından büyük sevinç duymaları gereken sanatçılarımızdan şair Ahmet Telli’nin “Islık” şiirini paylaşalım:
“Yabanıl ot kokuları / getiriyor bir rüzgâr / kıpırdatıyor suları / Belki sonbahar / vurgun yapamayacak / yol vermeyecek sular / Ve neşeli bir ıslık / tutturmuş şimdi ova / nice acıya karşılık / Aşkı savunmada doğa.”