İki Kere Sekiz Kaç Eder

İki fare, süt güğümüne düşmüş. Farelerden biri, birkaç çırpınıştan sonra kendini bırakıp güğümün dibini boylamış. Öteki ise kurtulmak için öylesine çaba harcamış ki sütün üzerinde bir tereyağı topağı oluşmuş, fare de topağın üzerine çıkıp kendini kurtarmış.

Çevremizde, belli siyasal nedenlerle insanlarımızın derin bir umutsuzluk içinde olduklarını görüyoruz. Hemen silkinip bu ruhsal çöküntü hâlinden kurtulmalıyız. Kendi tereyağı topağımızı oluşturmamız elbette güç ama imkânsız değil.

Teslimiyet ise hiçliğe karışmak, yok olmak demek.

HAKSIZLIK ZİNCİRİ

Evet, gün geçmiyor ki sinir uçlarımızla oynanmasın!

ODTÜ mezuniyet töreninde, -üstelik daha önce dava konusu yapılmak istenip “aklanmış”- bir karikatürü pankart olarak taşıdıkları için dört üniversiteli gencimizin tutuklanması

Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi’nin KHK ile “özgürlüğünün tümüyle elinden alınacağı” çağ dışı bir sürecin başlatılması…

Dünyadaki yüz akımız piyanist / kompozitör Fazıl Say’ın, sanatçımız salt iktidara muhalif diye– Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda vereceği konserin iptal edilmesi vb. açık haksızlıklara, adaletsizliklere, keyfî uygulamalara hep birlikte, el ele, yürek yüreğe, yüksek sesle karşı çıkmalıyız.

ATATÜRK REHBERLİĞİ

Aramızdan kimileri, 24 Haziran seçimlerini kastederek “Ne yapalım? Milî irade böyle ‘tecelli’ etti…” bahanesine sığınıp tepkisizliği yeğliyorlar.

Atatürk, 1934 yılındaki bir konuşmasında, “uysal” bir halk kitlesinin; “Doğu geleneklerine bağlılık, yanlış ve köstekleyici alışkanlıklar sonunda, kimi güçlerin tekelci vesayeti altına sürüklenebileceklerine” dikkat çekiyor. “Bu kitle adına millî iradeyi temsil eden aydınlar, kitleyi çağdaş bir düzene kavuşturmak, geri düzene karşı mücadele etmek için harekete geçerler.” diyor.

Büyük Önder, daha sonra bu tezini şöyle örneklendiriyor:

“İki kere sekiz, on altıdır. Bunu on kişi böyle dese ve yüz kişi de on diye ısrar etse yüz kişinin dediğini mi kabul edeceğiz!” (1)

“DUM SPİRO, SPERO”

Düşünür John Stuart Mill (sonunda ‘i’ harfi yok; “millî” değil!), “Kendinize mutlu olup olmadığınızı sorduğunuz anda, artık mutsuzsunuzdur.” demiş.

Bir başka düşünür Zygmunt Bauman da (2), Mill’in sözüne şunları eklemiş:

“Muhtemelen antik bilgeler de bu kadarından şüphe etmişti ancak ‘dum spiro, spero’ (nefes aldığım müddetçe umudumu yitirmeyeceğim) ilkesinin kılavuzluğunda, sıkı çalışma olmadan, yaşamın yaşamaya değecek hiçbir şey ortaya koymayacağını ileri sürmüşlerdi. (…) İki bin yıl sonra bile, bu önerme güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir.”

Yolumuz hiç kuşkusuz hâlâ çoğulcu demokrasi ve çağdaş Batı uygarlığı yolu olmalı.

Osmanlı’da, padişahın yetkilerinin sınırlandırıldığı 1908 yılına ait Sened-i İttifak‘ı başlangıç olarak alırsak yüz on yıldır iyi kötü bir demokrasi yolculuğumuz var.

Bauman’ın yukarıda aktardığımız uyarısının altını kalın çizgilerle çizmemiz gerekiyor:

Yaşam bize, yaşamaya değecek hiçbir şeyi, biz uğruna mücadele vermedikçe sunmaz.

Elbette, evrensel hukuk kurallarının çiğnenmesine karşı çıkarken bile yasaların bize tanıdığı hak ve özgürlükler çerçevesinden milim şaşmama koşuluyla…

GRAM GRAM ‘EPİGRAM’

Gizlenir mi siyasî ayak kokusu!

Sanma ki ödenmez FETÖ diyeti

Muhalif aydına kessen de faturayı

Sen ey 15 Tem -muz cumhuriyeti!

(1) Tarık Zafer Tunaya; Devrim Hareketleri İçinde Atatürkçülük, Cumhuriyet Gazetesi Yayını, sayfa 135

(2) Yaşam Sanatı, Versus Kitap, 2011, sayfa 196